iş çıkışı bir akşam yorgunluğunda
yada iple çekilen bir cumartesi hoppalığında
beklerken veya beklenildiğini hissederken...
kalbinin ritimleri hızlanıyor,
damarlarında kolestrolsüz kanın debisi yükseliyor,
ve şakakların güzelliğini zorluyorsa,
yani metabolizmanda istenç dışı anaforlar oluşuyorsa,
ve de gözlerini, buğulu ışıltısı ele vermesin, diye
dikiyorsan yere,
ve fakat kanı çekilmiş dudaklarından
çehrene yayılan aydınlanmaya engel olamıyorsan,
yani kısacası sevdiğini hissediyorsan: yaşıyorsun...
ama daha da önemlisi;
elleriniz masanın üstünde
bahane beklerken dokunmak için birbirine,
o an baktığında gözlerinin içine
ve o kapıdan süzülüp de yüreğine
ağdığında sımsıcak, hissettirebiliyorsa :
2000 rakımda, kar yeni kalkmış, yaban menekşesine
rastladığında, moru tanıdık gelmişse...
bir göl kenarında
çam ağacının yapraklarını yalayan
yelin ıslığında ayırt edebiliyorsan
göremediğin bülbülün sesini...
ve hatta hiperktif Karadeniz’ i
izlerken köpük-köpük tarifsiz, aklın
Nemrut’ ta grup vaktinde kalabiliyorsa...
Malabadi Köprüsü’nde, kavuşamamış aşıklar için
“hala yapılabilecek bir şeyler olmalı” diyebiliyorsan...
antik bir kenti adımlarken, hayran
soluklanmak için oturduğun mermerin
yıldızlı bir gece ve 730bin gece önce
ilan-ı aşka şahitlik ettiğini sezinleyebiliyorsan...
dingin koyların mavi suları tarafından
okşandığında, tatlı ürpertinin vücudundan
ruhuna geçiş yaptığını algılayabiliyorsan...
Anadolu’nun her hangi bir yerinde
bir tepe gördüğünde, onu tutmak için
kaç bedenin yuvarlandığını toprağa, şehit yada gazi
merak edebiliyorsan, sızlayarak için...
aceleci bir karınca katarı, varagele
toprağın diplerine yol alırken
dudakların üşense de, gözlerin diyebiliyorsa “kolay gele”...
kelebeğin ve tosbağanın gözüyle
aynı anda bakabiliyorsan yaşama; kısa ve uzun...
velhasıl kelam, tüm bunları duyumsatabiliyorsa
yani sevildiğini hissedebiliyorsan, saygıyla
işte asıl şimdi yaşıyorsun!
yaşa ve yaşlan doya doya...