Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

halukgta

Stajyer

  • "halukgta" bir erkek
  • Konuyu başlatan "halukgta"

Mesajlar: 68

Kayıt tarihi: Dec 10th 2014

  • Özel mesaj gönder

1

Wednesday, 23.03.2016, 17:46

Sizce ŞANS Ne Anlama Geliyor.

Hepimizin çok sık kullandığı bir kelimedir ŞANS. Hiç tahmin etmediğimiz bir şeyin olması, ya da tam tersine olmasını istediğimiz bir şeyin olmaması durumunda da kullanırız. Ya çok şanslıymışım deriz, istediğimiz şey olmadığında da, şansımız yokmuş der geçeriz. Sizce şans ne demek, hiç düşündünüz mü? Türk dil kurumunun sözlüğüne baktığımızda şansı bakın nasıl açıklıyor.

“Mantıkla açıklanamayan, birtakım rastlantısal olayların nedeni olan güç, baht, talih, felek. Doğaüstü güç.“

İşin doğrusu, çok fazla akıl erdiremediğimiz konular başımıza geldiğinde kullanırız bu kelimeyi. Şans kelimesini tarif ederken, mantıkla açıklayamadığımız ve rastlantısal olaylar deyip geçeriz. Sizce bizlerin başına gelen ve şans diyerek geçiştirdiğimiz bazı olaylar, rastlantı mı? Hiçbir gücün etkisi yok mu başımıza gelen olaylarda? O zaman rastlantı ne demek? Bakın bu kelimede açıklanamıyor.

Önce şunu asla unutmamalıyız. Rastlandı diye bir şey asla olamaz. Bunu böyle düşünmek bizlerin işine geliyor. Şansı tarif ederken, dil kurumu mantıkla açıklanamayan ifadesini kullanmış. Eğer bir olay mantıkla açıklanamıyorsa, göremediğimiz ama hissettiğimiz bir sonuç çıkıyorsa ortaya, neden bu olaya şans diyoruz da, ALLAH IN TAKDİRİ DEMİYORUZ. Hani Allah ın izni olmadan, YAPRAK BİLE KIPIRDAMIYORDU.

Kur’an bizleri uyarırken, başınıza gelen her musibet kendi ellerinizin yaptıklarındandır der. Yine bir başka uyarısında, başınıza gelen bir şer, kim bilir belki sizin için hayırdır, yine başınıza gelen bir hayır, belki de sizin için şerdir, Allah bilir siz bilmezsiniz diyerek, başımıza gelecek olayların bizler tarafından dikkatle takip edilip, düşünmemiz gerektiği uyarısını yapar.

Tabi bizler tüm bu uyarılardan habersiz, ya da işimize gelmediğinden olsa gerek, olayların sonuçları hakkında düşünmek yerine, ŞANS deyip geçeriz. ŞANS DİYE BİR ŞEY YOKTUR, LÜTFEN BUNU UNUTMAYALIM. Bir işe gereken çabayı gösterdiğimiz halde iyi bir sonuç alamıyorsak, onun takdirinin Allah katından geldiğini unutmayalım. Yine bir işi çok isteyip, ama çok fazla çaba harcayamadığımız halde, istediğimiz bir sonuca ulaşmış ve mutlu olmuşsak, buna şans demeyelim, bunun takdirinin de yine, yüce Rabbimiz katından olduğunu bilmeliyiz.

BİZLER NE YAZIK Kİ, ALLAH IN TAKDİRİNİ GÖZ ARDI EDİYORUZ. Kim bilir belki de böyle işimize geliyor. Nefsimizin azgın dürtüsü, bencil duygularımızın baskısı ön plana çıkıyor ve her an her dakika hayatımıza, yaşamımıza Allah ın müdahale edebileceği düşüncesini hatırlamak istemiyoruz.

Bu dünyada hiçbir şey, hiçbir olay rastlantısal ve mantıksız oluşmamıştır. Bu durumda başımıza gelen bazı olaylara, anlamını bile açıklayamadığımız ŞANS ismini nasıl veririz.

Çok fazla çalışmayıp başardığımız, ya da çok fazla çalışıp da başaramadığımız işlere ŞANS demeyelim. BUNUN ARDINDAKİ, ALLAH IN TAKDİRİNİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM. Çok istediğimiz halde, şanssızmışım dediğimiz işlerin, belki de bizler işin hayrı olacağını, tam tersine çok şanslıymışız dediğimiz bazı şeylerinde, belki de bizlere hayrı dokunamayacağını unutmamalıyız.

Bizler Allah ın katındaki derecemizi bilemeyiz. Onun içinde, elimizden gelen gayreti her konuda göstermeliyiz. GAYRET BİZDEN, TAKDİR ALLAH DAN. Gayretli, çalışkan bir insan olarak, hiç ummadığımız güzel olaylarla karşılaşıyorsak, bu güzelliğe anlamını bile tanımlayamadığımız ŞANS demek yerine, YÜCE RABBİMİZDEN GELEN BİR LÜTUF OLDUĞUNU BİLEREK, ONA ŞÜKRANLARIMIZI SUNMALIYIZ. Eğer tam tersi bir durumla karşılaşmışsak, yine buna ŞANSIZLIK demek yerine, sebep sonuç ilişkisini, kendi nefsimizde değerlendirmeliyiz. Bazı şeyler bizim elimizden gelmez. Ama HAK tan, hiç ummadığımız bir zaman gelebilir, bunu unutmayalım.

Yaşadığımız bu dünyada, şans eseri meydana gelen bir zerre dahi olmuyorsa, bizlerin başına gelen hiçbir olayı da bizlerin, ŞANSA bağlamamız ancak, bizlerin kendi nefsimizi kandırıp oyalayacaktır, lütfen bunu unutmayalım.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

2

Thursday, 24.03.2016, 15:03

Şans diye bir şey gerçekten var mıdır?

Sen şu an bu yazıyı okurken bile bir seçim yapmadın mı? Hayatında küçük ya da büyük bir değişikliğe sebep olmadın mı?


Kendi Ölüm Tarihini Hesaplayan İstatistikçi
“Hiçbir şey belirsiz değildir; her şey kendinden önceki sebebin bir sonucudur, biz bu sebebi bilsek de, bilmesek de...” teorisine inanan Determinist istatistikçi Abraham de Moivre, hayatının son günlerinde her gece 15 dk daha fazla uyuduğunu farkeder. Buna göre 24 saat uyuduğu gün ölecektir. Bu günü ise 27 kasım 1754 olarak hesaplar ve o gün ölür. De Moivre'nin olasılık konulu ‘’Şansın Doktrinleri’’ eseri de Laplace'in çalışmalarına temel olmuştur.

Laplace’ın Şeytanı, teoriye göre herhangi bir anda tabiatta bulunan kuvvetlerin tümünü, kainatı oluşturan nesnelerin pozisyonları ile birlikte bilen ve bu sayede kainatın geleceğini de bilebilecek olan sanal varlıktır. Ona göre şans diye bir şey yoktur, şans olarak tanımlanan olayların gerçekleşeceği önceden bellidir. Çünkü bu olaylar bazı durumların sonucu olarak oluşur. Burada bahsi geçen durumlar çeşitli fizik kurallarına bağlanmıştır.



Örneğin parayı attığımızda yazı veya tura gelmesi bizim varsaydığımız gibi yüzde ellilik bir şansa bağlı değil; elimizin parayı tutuş açısına, paranın atıldığı ortama, sıcaklığa, paranın yapıldığı maddeye, paranın büyüklüğüne ve paraya uygulanan kuvvete bağlıdır. Bunu hesaplamak dolayısıyla sonucu bulmak mümkündür. Ancak insan beyni bunu yapabilecek kapasiteye sahip değildir. Hiçbir şeyin belirsiz olamadığını, her şeyin bilinen veya bilinmeyen bir sebebinin olduğunu savunan bu düşünce sistemine Determinizm deniyor.

Bu görüşe göre şans diye bir şey yoktur. Hayatımızın yönünü değiştiren şey şans değil, yaptığımız ufak da olsa değişikliklerdir. Bu düşünce de bizleri, pek çoğumuzun gayet iyi bildiği "Afrika’daki bir kelebeğin kanat çırpışları, Amerika'da bir kasırgaya sebep olabilir." sözüyle de anlatılmaya çalışılan, kelebek etkisi teorisine götürür.




Yapılan en küçük bir eylem ya da alınan en küçük bir karar bile hayatımızın gidişatını önemli bir şekilde etkileme yetisine sahiptir. Hayatımızın akışı, bir kelebeğin kanadı büyüklüğünde olan seçimlerimizde dahi hiç umulmadık noktalara ulaşabilir. Bu etkenlerden belki de en önemlisi zaman kavramıdır. Yolda yürürken elinizden düşürdüğümüz kitabı almak için kaybettiğiniz bir saniye, kavşakta freni kopmuş bir aracın size yirmi santim fark ile çarpmamasına neden olabilir. Peki ya kitabınızı düşürmeseydiniz ne olacaktı? Biz bunu daha çok şans olarak adlandırıyoruz fakat her şey bu kadar basit mi acaba?



Seçimleri Yapan Kim?





İhtimaller o kadar çok ki insan, beyninde bunu canlandıramıyor bile. Bir düşünün kitabınızı düşürmeden önce size adres soran yaşlı adam olmasaydı siz kitabınızı düşürür müydünüz? Ya da yolda gördüğünüz dilenciye para vermeseydiniz o yaşlı adam size adres soracak mıydı? Veya hava güzel diye sahilden gitmemiş olsaydınız o dilenciyle karşılaşacak mıydınız? Bu ihtimallerin sonu yok. Ve hayatımız da bu ihtimaller sonucu bir zincir gibi şekilleniyor. Maalesef insan, iyi ya da kötü olan ihtimali yalnızca seçimini yaptıktan sonra görebiliyor ve birçok kez de seçim yaptığının farkında bile olmuyor.



Sürekli Bir Kelebek Etkisi İçindeyiz




Hayatımız sadece kendimizin yaptığı eylemlerden oluşmuyor, dış çevrenin de oldukça büyük bir etkisi var. Şöyle ki, freni patlayan aracın sürücüsü o aracın bakımını zamanında yaptırsaydı ya da evden biraz daha erken çıkıp acele etmek zorunda kalmasaydı yine çok farklı ihtimaller oluşacaktı ve sürücü ile sizin hayatınız belki de hiç bir zaman kesişmeyecekti. Kelebek etkisinin hayatımız üzerindeki etkisi de mekân kavramı ile değişiklik gösterebiliyor. Kapalı ortamlarda yapılan küçük eylemler hayatımızda büyük değişikliğe neden olmayabilirken, yolda yürürken adımımızı beş santim daha fazla atmamız köklü değişikliklere yol açabilmektedir.

Kısacası, farkına varmasak da sürekli bir kelebek etkisi içerisindeyiz. Hatta siz bu yazıyı okurken bile bir seçim yaptınız ve belki de hayatınızda küçük ya da büyük değişikliklere neden olacaksınız.



''Gelecek de Aynen Geçmiş Gibi Gözlerinin Önündedir''

Bu olayın belki de en güzel anlatıldığı kitaplardan birisi olan Olasılıksız'dan:

‘’Bir an için doğanın tüm güçlerinin ve bunu oluşturan tüm varlıkların konumlarını anlayabilen bir canlı olduğunu düşünürsek -ve bunun verileri inceleyebileceğini de düşünürsek- aynı anda evrendeki en büyük varlıkları ve en küçük atomları da hesaba katarak bir hesap yaparsa, hiçbir şey belirsiz değildir ve gelecek de aynen geçmiş gibi gözlerinin önündedir."


Alıntı

3

Thursday, 24.03.2016, 15:10


“Halk arasında “Şansım yâver gitti”, “Şans bana güldü”, “Şansım yardım etti”, “Şanslı olarak dünyaya gelmişim” gibi tâbirler müsbet mânâda, işi yolunda olan, aksiliklerle karşılaşmayan kimseler tarafından; “Bizde şans mı var”, “Şanssızın biriyim”, “Şansım olsaydı bu hale düşmezdim” gibi sözler de menfi mânâda sık sık tersliklerle karşılaşan, hayatını tesadüflere bağlayan kimselerce kullanılır. Toplum içinde de “şans” kelimesi daha çok kumar, piyango, toto gibi çevre ve kuruluşlarca tekrar edilir. “Şansınızı deneyin”, “iyi şanslar” bunun için tekrarlanır.

“Şans” müsbete kullanıldığı halde, daha çok “menfî” için kullanılır. “Şans”a güvenen, ümit bağlayan kişinin nasıl bir düşünce ve psikoloji içinde bulunduğu şans mefhumunun mahiyetini anlatmaya kâfidir. “Şans”la iş görmeye başlayan insan kendisini boşlukta hisseder, tesadüflere inanır, sabah-akşam kalbini, ruhunu, hattâ hayatını bir stres, bir heyecan, bir telâş içinde bırakır. İstediği olmaz, arzu ettiği netice çıkmazsa huzursuz olur,sıkıntıya kapılır, morali bozulur, günlerce o hâlin ezikliğinden kendisini kurtaramaz.
Bu durumdaki bir insan kendisini neden bu derece “şans”a kaptırmıştır? Sebebi gayet açıktır. Anne sütünden mahrum olan çocuk nasıl yalancı naylon memeye sarılırsa; bu kişi de “kader, tevekkül, kısmete rıza” gibi gerçek dayanak noktalarını bilemediği, göremediği için “şans” gibi mevhum, belirsiz, boş bir yere dayanmıştır.

Halbuki İslâmiyet insanları hiç boşlukta bırakmamıştır. Onların boş şeylere, mahiyeti meçhul dşüncelere kapılmasına müsaade etmemiş, meydan vermemiştir. İslâmda “şans, talih” gibi sözlerin yeri yoktur. Dinimizde “kader vardır, tevekkül vardır, Allah’ın gelene rıza vardır.” Bunun da kaynağı îmandır. Mü’min, Allah’a îman eder, kadere boyun eğer, hâdiseler karşısında bocalamaktan kurtulur, ne ile karşılaşırsa karşılaşsın îmanın kuvveti ve nuru ile onları aşar. “^İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder” sözünden de anlaşılacağı gibi îman eden insan tek güç ve kudret sahibi olarak allah’ı “bir” bilir. Ona teslim olur. Ona tevekkül eder, sırtını o kudrete dayar; neticede de iki dünya mutluluğuna kavuşur.

İmanlı insan güçlüdür, “kâinata meydan okuyabilecek” bir cesârete sahiptir. Kendisini yoktan var eden, dünya gibi yaşayacağı bir âlem hazırlayanp hayat, sıhhat, huzur gibi madde ile ölçülemeyecek nimetler ihsan eden, sâdece dünyayı değil, güneşi, milyarlarca yıldızı, kâinatı elinde tutan bir Rabbinin olduğuna inanır. Yaratıcısının kendisini boş yere yaratmadığını bildiği gibi, boşlukta bırakıp bir “tesadüf” oyuncağı halinde bırakmadığını da bilir. Dünyaya ilk göz açtığından, hayata gözlerini kapayıncaya kadar geçen ömür, dakika ve saniyelerinin Allah tarafından bilindiği, programlandığı ve tespit edildiği inancını taşır. Bununiçin tesadüfe inanmaz, bel bağlamaz, ona dünyasında yer vermez.

Başına iyi de gelse, kötü de gelse Allah’ın bilgisi altında olduğunu idrak eder. Hep gayreteni harcar, bütün vesile ve sebeplere başvurur; sonunda kendisini, kendisinden daha iyi bilen ve düşünün Yaratıcısına tevekkül eder, neticeyi ondan bekler. İlâhî programda (kaderde) ne varsa onun tecellisine razı olur.

Fakat, tevekkül etmeyip, “tesâdüf” ve “şans” içinde çırpınan insan öyle mi? O, ya elinden geleni yapmaz, hiçbir güç sarfetmez veya bunları yapsa bile bir Kudrete dayanmaz; neticede ne olur? “Kâinatın dilenciliğinden”, yâni herşeye, her gördüğüne el, avuç açmaktan, güç farz ettii şeyler karşısında acze düşmekten, “hâhideseler karşısında titremekten”, “hodfuruşluktan”, yani kendisinde birşeyler tevehhüm etmekten, “maskaralıktan”, “şekavet-i ebediyeden”, yani ebedî hayatı kaybetmekten “tazyikat-ı dünyeviyye hapsinden” kurtulamaz.1

İşte tevekkül, Allah’a güvenme ve ondan gelene rıza gösterme gibi duyguları zayıf olan kimseler şansa, yıldızlara, burçlara, talih gibi lüzumsuz, mânâsız ve boş şeylere bel bağlar, “yıldızı düşükmüş”, “yıldızı yüksekmiş” gibi bâtıl inançlara saplanır.

1. Sözler, s. 292-2.

Mehmed Paksu

Sorularla islamiyet.

---------------------------

Son günlerde “şans” oyunlarının dindeki yeri tartışılmakta, kimi cenahça “dinen haram olduğu” , kimilerince de “bunun kumar olmadığı, kimsenin yuvasını batırmadığı, hatta toplanan paralarla ilgili idarenin okul vs. hayır işleri yaptığı” söylenmektedir.


Kanımca, bu meselenin en zararlı yönü insanların hayatı algılamasında “şans – tesadüf” gibi kavramlara inanmalarını pekiştirmesidir.


Kazananların çoğu, “şansım yaver gitti” diyecek, kaybedenlerin çoğu da “şansım yok” diyecektir.


Halbuki hayatta tesadüfe yer ve imkan tanımak Allah’ın alemler üzerindeki mutlak kontrolünü / gözeticiliğini inkar etmek demektir.


İşin nasıl gerçekleştiği hususundaki tartışma ayrı bir konu olmakla birlikte, Yunus’un kura meselesi de işin şansa değil, takdire bağlı olduğunu göstermektedir.


Rızkın dağıtım ve takdiri de Allah’a aittir. Şanş veya tesadüf gibi kavramlar rızkın dağıtımında etkin değildir. Bu türlü yaklaşımlar, rızkın talep edilebileceği örnek yahut uygun yollar da değildir.


Milli Piyango idaresinin elde ettiği gelirle yaptığı güzel işler de gözden kaçırılmamalı. Sonuç olarak , birilerinin bu türlü etkinlikler sebebiyle yuvası batmıyor ama asli görevlerini yerine getirmekte zaafa düşmüş bir devlet şu veya bu şekilde bu işler sayesinde bir kısım hayra vesile oluyor. Hayrı gerçekleştirmeye yarayan bedel de bu çekilişe katılanlardan elde ediliyor.


Bu işe katılanların

ne kadarının böyle bir hayrı doğrudan doğruya niyet ettiği hususu ise tartışmalıdır. Bir nevi, kastedilmeksizin oluşmuş bir hayır diyebiliriz.



Fakat, her ne kadar bir hayra sebep olunsa da rızkın ne şekilde dağıtıldığı bilincinde ve şans-tesadüf gibi kavramların pekişmesi sebebiyle inançta oluşan hasar elde edilen faydadan daha fazladır.


İnsan psikolojisinin deneysel gözlemlere dayalı tespitlerine göre tutumlar şu şekilde oluşur:


Bilgi / veri , duyguyu, duygular davranışları, davranışlar tutumları oluşturur.


İnsan, tutarlı olmak, tutarlı görünmek eğilimindedir. Bazen, oturaklaşmış bir tutuma dayanmayan hareketler de sergileriz. Bu defa, iş tersine çalışır. Davranışımızı haklı ve tutarlı gösterecek inanışlar geliştiririz. Bunun en yalın ifadesi, “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar” sözünde anlam bulmaktadır.


Bir insan, her ne kadar şans-tesadüf gibi kavramlara inanmıyorum dese de, insanların genel algısında şans veya tesadüf sonucu ortaya çıktığına inanılan bir sonucu umud ederek böyle bir oyuna katılır, bunu sürekli hale getirirse, davranış kendisi ile tutarlı bir inanış doğuracaktır.


Yeterli bir koruma sağlayacak inanışa sahip olmayan insanlarda davranışın oluşturduğu bu inanç arızalı bir derecede görünüm arzedebilir.


Şans ve tesadüfe inanan bir insan başına gelen her musibeti yahut nimeti de şans ve tesadüfe bağlamaya başlayabilir.


Musibetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;


1) Allah’ın mutlak hakimiyetini ve musibetin ezelde bilindiğini inkar etmiş olur. Böylece Kuran’ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.


2) Bu kişiler, musibetleri kendileri dışında bir sebebe bağlayarak hatalarını düzeltme imkanını kaybederler. Şans-tesadüf, diğer insanlar, diğer koşullar hep suçlu ve sorumlu addedilir. Böylelikle, “Sana gelen her musibet, kendi elinin üretip kazandığı şeyler yüzündendir” ve “Siz ilkin kendinizi düzeltmeye bakın. Siz kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar veremez” ayetlerindeki anlamı, çözüm yolunu yakalayamazlar.


Nimetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;


1) Allah’ın mutlak hakimiyetini ve nimetin ezelde bilindiğini inkar etmiş olur. Böylece Kuran’ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.


2) Nimete sebep olanın Allah olduğunu, hayrın O’ndan kaynaklandığını unutur. Böyle kimselerin hakkıyla şükredebilmeleri mümkün değildir. Şükrün ne olduğunu daha doğrusu kuru kuruya “hamdolsun yarabbi, çok şükür” demekten ibaret olmadığını, şükrün; nimeti ihsan edene karşılığını ödemek olduğunu sayın Hakkı Yılmaz’ın İşte Kuran sitesinde ilgili başlıktan okuyabilirsiniz. Nimeti Allah’tan görmeyenler dolayısı ile bunun karşılığını yanlış yere ödeyeceklerdir.


Bir de; insan olumsuz durumlarda kendini / kendi sorumluluğunu arka plana iterken, olumlu durumlarda kendini / kendi marifetini ön plana çıkarma eğilimindedir. Mesela, sınavda kötü not alan, “Hoca şu notu vermiş” der, iyi not alanda, “Sınavda şu notu aldım” der.


Nimeti, şans-tesadüf gibi kavramlara bağlayanlar, nimeti somut bir şeye bağlamak yolunda iki yol izleyebilirler:


1) Nimeti, öncelikle kendilerinde olan bir marifete, bir hak ediş duygusuna bağlarlar. Bu Kuran’da anlatıldığı şekli ile Karun tarafından izlenen tavırdır. Karun , mülkünü kendi ilmi ile kazandığını iddia etmiş, bu sebeple bundan hak sahiplerine pay vermek zorunluluğunun bulunmadığını söylemiştir. Karun’un hazin sonu ibret olarak Kuran’da anlatılır.


2) Bu kimseler, başka insanları rızık verici olarak görebilirler. Böylece, efendiler, kutsal patronlar ve bunlara mutlak bağımlılık vücut bulur. Böylesi kimseler, mesela hicreti reddederler. Çünkü onlara rızık veren Allah değil, yerel – somut unsurlardır.




Görüldüğü üzere basit bir davranış sıklıkla tekrar edildiğinde kendisine uygun bir inanış doğurur. Bu insanın yaratılış kanununun şaşmaz kurallarından olan “tutarlı görünmek” ilkesinin yol açabileceği olumsuz bir sonuçtur.


Müminler için esas olan, bütüm mevcudatı sevk ve idare eden, nezdinde bu konu kapsamında, küçük – büyük diye bir ayrım bulunmayan bir Allah’a iman etmek, hayır yapmak dileniyorsa bunu da hayır yapmak kasdı ile icra etmek gerekliliğidir.


Ali Aksoy.

hasanyöndem

Profesyonel

  • "hasanyöndem" bir erkek

Mesajlar: 1,382

Kayıt tarihi: Feb 1st 2013

Konum: Karaman

  • Özel mesaj gönder

4

Thursday, 24.03.2016, 18:00

Benim öğrendiğim bildiğim kadarıyla hayatta şans ve tesadüf kelimeleri yoktur. Tesadüf yerine tevafuk kullanılır. Tevafuk gerçekleşen bir olayın sebep ve sonuçlara bağlı olarak gerçekleşmesi demektir. şans ise kader kısmettir. İnsanın hayatında gerçekleşen bazı olaylar sıradışı gözükür bunlar takdir ve nasiptir.