Sagol Stellam cOOk güzel bir paylasim.
O muazzam sahisin zerresinden bir parca varsa icimizde,
ne mutlu bize.
Okumasini sevenlere, benden uzun bir alinti buyurun...
Efendimizin ahlaki vasıfları
Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz. Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır.
Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz. Hatice’den, özet olarak Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz.
[b]Hz. Hatice’nin dilinden
Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti.
Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: “Allah, seni kat’iyyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın.”
Hz. Aişe’nin dilinden
Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz. Aişe, Hz. Hatice’den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Aişe’den öğreniyoruz. Hz. Aişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:
“Resulullahın (a.s.m) ahlâkı Kur’ân’dı. Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur’ân kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur’ân onu beğendiği için beğenirdi.
“Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi. Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu.
“Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi.”
Hz. Ali’nin dilinden
Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:
“Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.
“Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.
“Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin ayıbı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı.
“Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.
“Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.
“Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi.
“Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.
“Peygamber Efendimiz, ‘İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz’ buyururlardı.
“Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı.”
Hind bin Ebi Hale’nin dilinden
Hz. Hatice’nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz. Hasan’ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:
“Resulullah daima düşünceli idi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah’ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.
“Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.
“Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığını belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü.”
Hz. Enes bin Malik
Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:
“Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi.
“Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı.”
Zeyd bin Sabit’in dilinden
Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit’in yanına birkaç zat gelerek, “Ey Zeyd, Peygamberin (a.s.m) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?” diye sordular.
Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı: “O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:
“Ben Resul-i Ekremin komşusu idim. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı.”
Gözümüzün nuru Muhammed (s.a.v.)
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş muazzam bir şahsiyetti. Peygamberlerin en faziletlisiydi. Allah’ın son peygamberi Hz.Muhammed (sav) büyük bir ahlak ve yaşayış üzereydi. En üstün, en mükemmel şahsiyet idi(Kalem/4). O’nu Rabbi terbiye etmiş ve ne güzel terbiye etmişti. Ve bu yüzden O, ahlakın, amellerin, arzu ve emellerin yaramazlarından Allah’a sığınırdı (Tirmizi). Ahlakı Kur’an ahlakıydı. (Müslim).
Muhammed’ül Emin’di. Yani her yönüyle güvenilir Muhammed idi. Sözüne ve davranışlarına güvenilen, kendisine inanmayanların bile, O’ndan hayırdan başka bir şey beklemediği mümtaz bir şahsiyetti. Bu güven daha gençliğinden itibaren karakterinde var olan ve toplumun kabul ettiği bir hasletti. Bu yüzden peygamberlik zamanında bile, çoğu müşrikler kendi liderlerine güvenmediklerinden, emanetlerini Efendimiz (as)’a teslim ederlerdi.
İçki, kumar, eğlence dünyasına tamamen kapalıydı. Yaşamı boyunca böylesi bir mecliste hiçbir zaman bulunmamıştır.
Özü sözü birdi. Söz verdiğinde muhakkak tutardı, tutamayacağı bir sözü vermezdi.
Kimseye bağırıp çağırmaz, insanlarla çekişmezdi. Münakaşa ve tartışmadan kaçınır ve bunu hoş görmezdi.
Yumuşak huylu, şefkatli, sabırlı, azimli idi.
Merhametliydi. Çocuklara, zayıflara, kimsesizlere, yetimlere, köle ve hizmetçilere, yaşlılara, özellikle merhametliydi.
Doğruluk en şaşmaz bir şiarıydı.
Haya ve iffet abidesiydi.
Özel dünyasıDüzen ve intizamı severdi. Bütün işlerini, görevlerini, sürekli ve bir program dahilinde yapardı.
Parlak bir zekaya, derin bir anlayış ve kavrayışa sahipti. En zor meseleleri bile kolayca çözerdi.
“Cevamiül kelim”, az kelimeyle çok şey ifade etme yeteneğine sahipti.
Çok ve lüzumsuz konuşmazdı. Az ve öz, gerektiğince konuşurdu.
İyi ve etkileyici bir hatipti. İnsanlar onu dinlerken sanki başlarında bir kuş varmış da uçmasın diye hareketsizce durur gibi, etkilenerek, bazen gözyaşları içinde dinlerdi.
Konuşması tane tane ve anlaşılır idi. Bazen sözlerinde geçen kimi kelimeleri tekrar ederdi. Böylece farklı anlayış ve kapasitelere sahip olan ve O’nu dinleyen herkes anlamış olurdu. Ayrıca konuşurken edebiyat yapma kaygısında olmaz, böyle yapanları da hoş görmezdi. O’nun konuşması tıpkı ipliğe dizilen boncuk tanelerinin dökülüşündeki ahenge benzerdi.
Sükûnet, düşünce ve tefekkür hali temel özelliği idi.
İnsanların kendisini ve birbirlerini övmesini hoş karşılamazdı. Hıristiyanların Hz. İsa’yı övmeleri sonucu düştüğü hataya, Müslümanların düşmemesi için bu konuda hassastı.
Yürürken yalpa yapmazdıYürüyüşü asil, heybetli ve doğal idi. Adımlarını geniş atar, canlı ve vakur bir tavırla yürürdü.
Bir işe başlarken sağ elini kullanırdı. Bir şey yerken içerken, elbisesini, ayakkabısını giyerken, abdest-gusül alırken… hep sağ (el-tarafın)ı kullanırdı.
Dünyayı önemsemezdi. Yarın için mal biriktirmez, eline geçeni muhtaçlara dağıtır, kendi ihtiyacı olsa bile, başkalarını kendisine tercih ederdi.
Cömertti. Cömertlikte, rüzgardan bile hızlıydı. Cimrilik ve israf, kabul etmediği bir davranıştı.
Vefakârdı. Kendisine emeği geçmiş insanlara imkanı ölçüsünde yardım ederdi, onları hayırla anardı. Hz. Halime’ye, kızına ve diğer yakınlarına sonraları yardım etmesi buna bir örnektir.
Günah olmadıkça işlerden kolay olanı tercih ederdi, işleri zorlaştırmazdı.
Güzel ve meşru olan şeyleri beğenip takdir eder, onları güçlendirirdi. Çirkin şeyleri ise kınar, zayıflatmaya, yok etmeye çalışır, onlara pirim vermezdi.
Aile hayatıEşlerine hep iyi davranırdı. Zaman zaman kendisini üzmelerine, dünyalık istemelerine, kıskançlık göstermelerine rağmen, onları en güzel bir şekilde idare ederdi. Kendisi incinmiş ama hiç incitmemişti. “Sizin en hayırlılarınız kadınlara en iyi davrananınızdır.” buyururdu.
Aynı tavrı çocukları ve yakınları için de gösterirdi. Onları hiç incitmez, bilakis ilgilenir, sıkıntıları varsa giderirdi.
Evde yediği içtiği şeyler sade idi. Günlerce hurma ve sudan başka bir şey yemediği gibi, haftalarca sıcak yemek yemediği de olurdu. O tüm bu durumlarda bile Rabbine hamd ederdi. Yemeklerde de ayırım yapmaz, kötülemez ancak bazılarını daha çok severdi.
Eşleriyle bazı sıkıntılarını paylaşır, özel değer verdiğini hissettirirdi.
Annesine, eşi Hz. Hatice’ye, süt annesine, dadılarına, yakınlarına olan minnet duygularını dile getirir, onlara dua ve iyilik ederdi.
İbadet DünyasıEfendimiz Aleyhisselatüvesselam, yaptığı her şeyiyle bir ibadet hayatı yaşıyordu zaten. O’nun yaptığı işlerin hepsi Allah’ın emirlerine uygundu. Allah’ın emrine uygun tüm hareketler de zaten bir ibadettir…
Ancak buna rağmen O; farzların yanı sıra sünnet olarak değerlendirdiğimiz ibadetleriyle de erişilmez bir yaşam sürmüştür. Hz. Aişe (ra)’nin değişiyle ibadette O’na erişmek imkansızdı.
Ancak Allah Resulü (sav) bizden bu konuda da ölçülü olmamızı istemiştir. Sürekli oruç tutmayı, geceleri hep namaz kılmayı, hanımlarına yaklaşmamayı esas alacaklarını söyleyen bazı sahabelerine, bunun yanlış olduğunu, kendisinin örnek alınmasını emretmiştir. O hem fazlasıyla ibadet ediyor hem de günlük ve dünyevî işlerini hallediyordu.
Gecenin belli bir kısmında yattıktan sonra kalkar, namaz kılar, dua eder, Kur’an okurdu. Gözyaşlarını akıtır, istiğfar ederdi. Ve bunları yapmaktan da büyük bir haz alırdı. Bu yaptıklarını fazla bulan Hz. Aişe’ye; “Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştur.
Oruçları da değişirdi. Bazen gün aşırı, bazen pazartesi perşembe günleri, bazen ayın belirli günleri oruç tutardı.
Kur’an-ı Kerim’i sesli, sessiz, düşünerek, anlayarak, ağlayarak okurdu. Okumayı (tabi ki anlayarak) teşvik eder ve her harfine on sevap verileceğini belirtirdi.
Hasılı bu yönüyle de bizlere örnekti.
Stratejik bir kişilik
Medine’ye hicretinden sonra kurduğu İslam Devletinin fiili başkanıydı. Dini kişiliğinin yanı sıra büyük bir siyasi kişilikti. Devlet başkanı idi ama bir başkan, hükümdar, kral gibi değil de Allah’ın mütevazı bir kulu gibi hareket ederdi. Her türlü şatafat ve şaşaadan uzak dururdu.
Bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir peygamberdi.
Düşmanlarının bile takdirini kazanmıştı. Onu yok etmek istemelerine rağmen, hiç kimse O’nu kötü, rencide edici bir sıfat ve ahlaki bir zaaf ile suçla(ya)mamıştı.
Korkak değil cesaret ve şecaatliydi. Savaş ve barış zamanında herhangi bir tehlike olduğunda üzerine gider, yenmeye, yok etmeye çalışırdı. Savaşlarda mükemmel bir komutandı.
Kavminin şerir olanlarına bile, İslam’a ısınmaları, hidayete ermeleri için güzel muamele eder, onlara katlanırdı.
Önemli tüm konularda ashabıyla ve ilgililerle istişarede bulunurdu. Ve güzel, uygun bir öneri geldiğinde kabul eder, benimserdi.
Adaletli idi. Kendisine ulaşan meseleleri en güzel bir şekilde ve hakkaniyet çerçevesinde çözerdi. Verdiği hükümden mümin (ve insaf ehli) kafir herkes memnun kalırdı.
İnsanlara doğruyu, güzelliği anlatan ve en mükemmel yöntemleri kullanan bir öğretmendi.
En zor anlarda bile insanlara ümit verir, morallerini bozmazdı.
Mehmet Nezir GÜL[/b]
[stream]http://www.ilahi-tr.com/depo/Ali%20Ercan%20-%20Muhammed%20Dogdugu%20Gece.mp3[/stream]