Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

101

Monday, 7.09.2015, 17:51

Öyle Bir Tevbe Yaptı ki...
Hz. Büreyde (r.a.) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.s.)'a, Mâiz İbnu Mâlik el-Eslemî (ra) gelerek:

- Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum" dedi. Resûlullah (sav) onu reddetti , geri çevirip meselenin üzerine gitmedi..
Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine:

- Ey Allah'ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!" diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (sav) adamın kavmine birisini yollayarak:

-Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?, diye tahkik ettirdi.
Ancak hep beraber:

-Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl sahibi biliyoruz" dediler.
Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (sav) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler.

Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.

Gâmidiye adında bir kadın da gelerek:

- Ey Allah'ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hamileyim de!, dedi.

Hz. Peygamber (sav) :

-Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel,dedi.
Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi.

-İşte çocuk, doğurdum!,dedi.

Resûlullah (sav) :

-Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu.
Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı.

-Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi" dedi.

Resûlullah (sav) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (ra) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (sav) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince:

-Ey Hâlid ağır ol!, dedi ve ilâve etti:

- Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alış-verişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !

Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.
Kaynak : Müslim, Hudud 22, (1695); Ebü Dâvud, Hudud 24, 25, (4434, 4441)

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

102

Monday, 7.09.2015, 17:52

Özenti

FAKİR BİR ADAM, her gün televizyonlarda boy gösteren ve ''ülkenin sayılı zenginlerinden biri'' şeklinde tanıtılan sanayiciye özenip, onun gibi olmaya karar vermiş. Sık sık Allah'a yalvarıp:
Ver Yarabbi!. diyormuş. Fakirlikten bezdim usandım artık!.
Adam, bu işi aklına koyunca, cebinde kalan son kuruşlarını, yine zenginlerin yazdığı ''Nasıl Zengin Olunur?'' ya da ''Zenginliğin Sırları'' gibi kitaplara yatırıp, her birini dikkatlice okumuş. Okumuş ama, açıkçası pek bir şey anlamamış. Her halde en iyi yol, dedesinden duyduğu şeyleri yapmakmış.
- Allah bütün duaları işitir!. dermiş, nur yüzlü dedeciği. Ne istersen O'ndan istemelisin. Torunu, mecbur kalınca bu yolu seçmiş. Üstelik de dua için para gerekmiyormuş. Bir cuma namazında, sabaha karşı kılınan teheccüd namazının ve hemen arkasından yapılan duaların kıymetini öğrenince, geceleri yatmamaya başlamış. Saatlerce namaz kılıp, göz yaşları içinde dua etmiş. Bu arada kurbanlar da adamış tabi. Fakirlikten kurtulursa bir koyun, zengin sayılınca iri bir dana, köşeyi döndüğünde de bir deve kesecekmiş. Gelen miktara göre, bu sayı daha da artabilirmiş. Paranın gelmesi geciktiğinde, bu sefer de oruca niyetlenmiş. Her ayın on beş günü, hiç aksatmadan oruç tutuyormuş, üstelik de fazla bir şey yemeden. Sonunda bir deri bir kemik kalmış ama, kendisine bir haller olmaya başlamış. Yakınlarına, gâipten tuhaf sesler duyduğunu, hatta bazen birileriyle konuştuğunu söyleyip duruyormuş. Duyduğu ses her neyse, bir gün ona seslenip:
- Ey garip adam!. demiş. Özendiğin o kişiyi tanıyor musun? Adam biraz düşünmüş. Bahsedilen kişiyi, sadece ekranlarda gördüğünden, nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini pek bilmiyormuş.
- İstersen daha yakından tanı!. demiş ses. Hem önceki hayatını, hem sonrasını. Ve mânevî bir sinemayla, hayranlık duyduğu kişi gösterilmiş adama. Perdeye ilk yansıyan, o zenginin önündeki bir insan seli imiş. Adam, hemen sormuş:
- Bu kuyruk nedir? diye.
- Zengin adam, işçilere aylık veriyor!. denmiş. Bir çok fabrikasında, karınca sürüsü gibi işçi çalışır. Maaşları kendisi vermekten hoşlanır. Fakirin hayranlığı, iyice artmış. Böylesine alçak gönüllü bir kişiyi, ilk defa görüyormuş. Mânevî sinemada, manzaralar peş peşe sıralanmış. Biraz sonra farklı bir görüntü gelmiş perdeye. Zenginin elinde süslü bir bavul varmış, yanında da bir çok koruması elbette. Fakir olan, hayranlıkla ona bakarken, duyduğu ses bu sefer:
- Beğendiğin o kişi, güzel bir tatile çıkıyor!. demiş. Mevsim henüz kış ama, o sıcak bir ülkede dinlenecek. Tabi ki güneşte biraz bronzlaşacak!. Fakir adam, bir kez daha içini çekmiş. Çünkü o güne kadar, ırgat gibi çalışmaktan tatil yapmamış.
- Ver Allah'ım!. demiş, sessizce mırıldanıp. Ben de onun gibi keyif süreyim. Fakir adam daha sonra, o zenginin hayatından bir çok tablo seyretmiş. Boğazdaki muhteşem villasını, en son model üç beş tane arabasını, bankadaki hesaplarını falan. Fukaracık, hülyalara dalıp giderken, o ses tekrar çınlayıp:
- İstersen farklı bir film koyalım, demiş. Anlaşılan bu işten çok hoşlandın.
- Evet!. diye atılmış fakir adam. Hoşlanmamak mümkün mü? Görüntüler tekrar sıralanınca, adam bir yanlışlık var zannederek:
- Bu manzara yeni değil her halde!. demiş. Biraz önce aynısını görmüştük. Bir çok insan yine kuyruğa girmiş. İkinci görüntüde, bavulunu tekrar yanına almış. Her halde yine tatile gidiyor.
- Hayır!. demiş, kendisiyle konuşan. Kuyruktaki kişiler, ‘kul hakkı’ndan alacaklı olanlar. O zenginden hakkını istiyorlar. O bavula gelince: Adam uzun bir tatile çıkıyor. Fakat bu sefer, çok daha sıcak bir yerde bronzlaşacak. Gördüğün manzaralar, adamın öldükten sonraki halleridir.

Cüneyd Suavi
Hayatın İçnden Hikayeler

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

103

Monday, 7.09.2015, 17:53

Padişah ve Fakir Derviş

Padişahlardan biri bütün bir geceyi eğlence ile geçirmişti. Sarhoşluk neşesiyle arada şu beyti okuyordu:

Dünyada bize bundan iyi bir dem yok
Yok iyi kötü endişesi, hiçbir gam yok.

Sokakta, açıkta yatmakta olan bir derviş bunu işitti. Karşılık olarak o da şu beyti söyledi:

Farzeyleyelim şahımızın hiç gamı yok
İhtiyaç sahipleri için endişe de mi yok?

Bu sözü duyan padişah, dervişin haline acıdı. İçinde 1000 altın bulunan bir keseyi pencereden aşağı uzatarak,
-Derviş baba, eteğini aç! dedi.
Derviş,
-Eteğim nereden olsun? Çıplağım, deyince padişah, bir kat da elbise ilâve ederek gönderdi. Fakat derviş, birkaç gün içinde bu paranın altından girdi, üstünden çıktı, tekrar geldi ve,

-Mal mülk kalenderler elinde durur mu? Âşıkta sabır olur mu, kalburda su durur mu? dedi.

Dervişin bu gelişi öyle bir zamana rastlamıştı ki padişahın onu dinleyecek ne vakti ne de hali vardı. Bu durumda bilge sahipleri şöyle der: “Padişahların gazabından sakınmak lâzım. Çünkü onlar, zamanlarının çoğunun memleketin önemli işleriyle meşgul olarak geçirirler. Böyle zamanlarda hususi müracaatlara tahammül edemezler.”

Padişahın nimeti her zamanı bir bilen cahillere haram olsun. Söz söylemek için uygun ortam gözetilmelidir, yersiz söylenen sözün değeri düşer.

Padişah, dervişi bu halde görünce öfkelendi, dedi ki:
-Kovun gitsin şu adamı, şu savurgan dilenciyi. O kadar parayı kısa zamanda harcadı. Bilmiyor ki devletin hazinesi fukaranın lokmasıdır, israf edilecek arpalık değildir.

Güpegündüz kâfurdan mum yakanın gece kandilinde yağ bulunmaz.

Akıllı ve ileri gürüşlü vezirlerden biri şöyle söyledi,
-Efendim, bu gibilere günlük yetişecek kadar nafaka tahsis edilirse israfa meydan bırakılmaz. İrade buyurduğunuz kovmak işine gelince, herhangi bir şahsi ümitlendirdikten sonra ümitsiz bırakmak, zannederim ki büyüklük şerefinize eksiklik getirir.

Yüce istek kapısını ya açmamalı ya da açınca kabalıkla kapatmamalı.

Hicaz yolunda susuzluk çekenlerin acı su başında toplandığını kimse görmemiştir. Hele bir de tatlı su varsa canlı olan her şey o semte akın eder.

Kuş, yemin olduğu semtte dolaşır, bomboş çorak yere kim gider?

Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

104

Monday, 7.09.2015, 17:54

Padişah ve Genç

Olay Peygamberimizden çok önce geçer. Zamanın birinde insanların kendisine taptığı bir padişah ve onunda bir sihirbazı vardı. Sihirbaz bir gün:
- Padişahım, artık ihtiyarladım. Bana bir genç verseniz de ona sihir öğretsem.

Padişah ona bir genç buldurur ve yollar. Gençin eviyle sihirbazın evi arasında bir rahip yaşamaktadır. Genç zamanla ona da uğramaya başlar. Sohbetederler. Rahibin anlattığı hoşuna gider ve arkadaşlıkları devam eder ve genç onun dinine girer. O'nunla beraber olduğu müddetçe zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve dolayısıyla hep geç kalır. Sihirbaz da kızar, kızmakla kalmaz dövmeye de başlar.

Genç durumu sonunda rahibe de iletir.Rahip:
- Sihirbazdan korktuğunda, "Evimizdekiler alıkoydu", ailenden çekindiğin zamanda "Sihirbaz bırakmadı" dersin. Bu hal üzerine epeyi zaman gidip gelir genç. Bir gün önünü yırtıcı bir hayvan keser ve kendi kendine:
- Sihirbaz mı daha üstün, yoksa rahipmi bugün öğreneceğim.
Bir taş alır ve:-
- Ya Allah, ihtiyarın işi, sana sihirbazın işinden sevimli ise şu hayvanı öldürüver, der. Taşı atar ve vahşi hayvan ölür. Durumu olduğu gibi rahibe anlatır. Rahip:
- Bugün sen benden üstün haldesin. Eğer bir belaya uğrasan, benim ismimi söyleme..

Delikanlı bir çok hastalığa şifa verir hale gelir, körlerin gözlerini açar. Padişahın kör bir arkadaşı da bunu duyar ve bir çok hediyeyle beraber gencin yanına gelerek:
- Gözlerimi açarsan, bu hediyelerin hepsi senindir, der. Delikanlı:
- Ben kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer Allah'a iman edersen, Allah'a dua ederim, O da sana şifa verir.
Hasta derhal iman eder. Gözleri açılır. O sevinçle hemen padişahın yanına gider. Padişah sorar:
- Gözlerinin görmesini kim sağladı?
- Rabbim.
- Senin benden başka bir Rabbin mi var?
- Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır

Hükümdar kızar, işin aslını öğrenen, delikanlının ismini alana kadar işkence ettirir. Genç hemen huzura getirilir. Padişah:

- Sihrin körleri bile iyileştirecek seviyeye ulaşmış, herkese şifa veriyormuşsun.
- Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı anacak Allah verir.
Padişah, delikanlıya da rahibin ismini verinceye kadar işkence eder. Rahip huzura getirilir. Padişah:
- Dininden dön.
Rahip de teklifi rededer. Derhal başı kesilir. Delikanlı getirilir, "Diniden dön" teklifini rededer. Padişah onu yakın adamlarına vererek:
- Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa aşağı atın, der.
Yola girerler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda dağın tepesine ulaşırlar. Genç:
- Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder.
Dağ sarsılır. Delikanlının dışında hapsi yuvarlanıp gider. Delikanlı döner Padişaha gelir. Hükümdar sorar:

- Seninle beraber gidenlere ne oldu?
- Allah beni onlara karşı korudu.
Padişah bu sefer onu bir başka gruba teslim etti ve:
- Bunu bir gemiye bindirin, denizin ortasına getirin ayağına taş bağlayın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa denize atın, der.
Genç:
- Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder.
Gemi onlarla beraber alt üst olur. Delikanlının dışında hepsi boğulur. Döner. Padişah:

- Seninle beraber gidenlere ne oldu?
- Allah beni onlara karşı korudu. Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
- Nedir o?
- Halkı, geniş bir meydana toplayacaksın, beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına yerleştir, daha sonra bağırarak "Delikanlının Rabbi olan Allah'ın adı ile" de, sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilirsin, dedi.

Halk meydana toplanır. Denildiği şekilde yapılır. Ok atılır. Delikanlı ruhunu teslim eder. bütün bunlara şahit olan halk:
- Delikanlının Rabbine iman ettik, derler.

Padişahın adamları gelerek:
- Çekindiğin oldu, halk iman etti. Padişah:
- Hemen hendekler açın. İçinde ateşler yakın. Kim dininden dönmezse ateşe atın.
Emir yerine getirilir. Sonunda kucağında çocuğu ile birlikte bir kadın gelir, ateşe düşmemek için bir an durur, sendeler.
Kucağındaki çocuk dile gelir:
- Ey anneciğim sabret. Çünkü hak din üzerinesin.
...ve çocuğun konuşmasıyla beraber....

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

105

Monday, 7.09.2015, 18:02

Pahalı Fetva

İmamı Azam Rahmetüllahi Aleyh Hz.nin en büyük talebesi İmam Ebu Yusuftur. Bu zat talebeliği zamanında bir gün hamama gitmek ister. Fakat parası yoktur. Hamamcıya, "parası olmadığını, fakat para yerine kendisine dini bir mesele öğretebileceğini" söyler. Hamamcı,

- Bana fetva değil para lazım. Paran yoksa hamama girme, der.

Üzülerek dönen Ebu Yusuf, hocasına gelir ve ilmi bırakacağını söyler. Sebebini de anlatır. İmamı Azam Hazretleri kendisini teseli eder ve,

- Evladım, sabret. İlme devam et. İlim seni aziz eder, der.

Aradan seneler geçer. Ama hamamcıdan gördüğü üzücü hareket hiç aklından çıkmamaktadır. Bu arada kendisi memleketin en yüksek ilmi makamındadır. Bütün meseleler kendisinden sorulmaktadır. Böyle olduğu zaten tarihen de sabi'ttir. Bir gün kendisinden bir fetva sorulmaktadır. Soru şudur:

Kızını evlendirmek isteyen bir kişi, ona dünyanın en kıymetli şeyini çeyiz vermek üzere yemin etmiştir. Bu yeminini nasıl yerine getireceğini sormaktadır. Soran kim olsa beğenirsiniz? O meşhur hamamcı.

İmam Ebu Yusuf, hamamcıyı tanır ve "Şu kadar altın verirsen, bunun cevabını alabilirsin" der.

Hamamcı razı olur ve bilmem kaç altına fetvayı alır.

Cevap şudur:

- Kızına bir adet Kur'an-ı Kerim ver. Yeminin yerine gelir.

Hamamcı memnun olarak ayrılacağı sırada, Ebu Yusuf Hz. der ki:

- Falan zaman hamama koymadığın talebe benim. O zaman sana öğreteceğim dini mesele buydu. Bir hamam ücretine öğrenecektin. Şimdi bu kadar altına öğrendin.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

106

Monday, 7.09.2015, 18:03

Papaz ve Hz. Ali (r.a)

Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler.
Kilisedekiler:
-10 mil uzakta su var.
Hz. Ali r.a.
- Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın.
İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile.
Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar.

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hz. Ali'nin huzûruna gelir ve sorarlar:

-Peygambermisiniz?. Yoksa...

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim!
Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der:
-Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk.
Hazret-ü Ali buyurdu ki:
-Allahü teâlâya hamd olsun!

Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur.


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

107

Monday, 7.09.2015, 18:05

Paylaşılamayan velî

Mar'uf-ı Kerhi Hazretlerini sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da çok sever. Bir defasında bunlardan biri gelir, 'çocuk sahibi olabilmek' için dua ister. Büyük veli bir fırsatını bulup onu zarif bir şekilde İslâm'a davet eder.
Adam;
- İyi ama, ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlad, der.
Veli;
- Allah sana hayırlı bir evlad nasip etsin. Onun elinden imana gelesin, diye dua eder.
Çok geçmez, adamcağızın çok akıllı bir oğlu olur. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderir. Rahip ilk gün teslisi anlatır ama çocuk bir tuhaf olur.
Çocuk;
- Hayır! kalbim daralıyor, dilim söylemiyor, der.
Rahip;
-Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi bana harfleri oku,der.

Çocuk bir şiir okur ki ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allahü teâlânın sıfatlarını ve Muhammed Aleyhisselamın meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bitirip devam eder.

"Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten Allah'a yemin ederim ki
O'nun kapısından başkasına giden mutlaka zarar etti
Ondan başkasından ne zarar gelebilir, ne fayda
Kul isyan eder, örter âliyyul âlâ."

Rahip bu sözleri söyleyeni değil söyleteni arar ve doğruyu bulur. Çocuğun babasını da İslâm'a davet eder. Adamcağız itiraz etmez zira yıllar evvel Şeyh Ma'ruf'un ettiği dua kulaklarında çınlamaktadır.

Ma'ruf-i Kerhi Hazretleri ölümü yaklaştığında vefakâr talebesi Sırrıyî Sekati'ye döner ve:

- Ben ölünce üzerimdeki gömleği fakirlere ver, der.

Biliyor musunuz zaten bütün serveti o gömlektir. Hasılı bu âlemden geldiği gibi gider.

Mübarek kimseyi kırmaz ve herkese insanca muamele eder. Bu yüzden onu herkes sever.

Komşuları cenazesini paylaşamazlar. Hıristiyanlar ve Yahudiler de gelir onu kendi mezarlıklarına defnetmeye kalkışırlar. Ancak tabutu yerinden bile oynatamazlar, halbuki Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar. Orada bulunanlar topyekün müslüman olurlar.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

108

Tuesday, 8.09.2015, 12:24

Cennet Komşusu

Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti.
Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu.
Yolu bir mescide düştü.
İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:
- Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
Öteki merakla sordu:
- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?
- Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.
Gülüştüler.
Padisah kölesine:
- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.
Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler.
Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.
- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımızın Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler.
Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:
"Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır."

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

109

Tuesday, 8.09.2015, 12:25

Put'un Sırrı

Sultan Mahmut'un askerleri Sumenat'ta, Lat adındaki putu ele geçirmişlerdi. Hintliler bu putu geri almak için yir­mi batman altın vermeyi teklif ettiler sultana. Ama sultan hiçbir şekilde putu satmaya razı olmadı. Odun yığdırıp ateşle­di, putu da ateşe attı.

Serkeşin biri,

- Yakmamalıydı, altın puttan daha iyidir elbet, satması gerekirdi, dedi.

Sultan Mahmut bu sözleri duydu ve;

- Kıyamet günü Allah'ın herkesin önünde 'Azer'le Mahmud'a iyi bakın, bunla­rın ikisi de birdir. birisi put yontar, yapar, öbürü de satardı.' demesinden korktum." dedi.

Sonra da putu ateşte Güzelce yaktırdı. Put yakınca puttaki mücevherler eridi, tam yirmi batman ağırlığında mÜcevher meydana geldi. İstenen şey, bedavadan ele geçmişti!

Sultan dedi ki:

- Lat'ın hak ettiği buy­du, elde ettiğim şeyler de Allah'ın bana mükafatı.

Sen de bütün putlarını kır ki put gibi perişan olup ayak­lar altına düşmeyesin. Sevgilinin arzusuyla puta benzeyen nefsini yak, kavur, içinden bir hayli mücevherler elde et. E­lest hitabını can kulağıyla dinlemiştin; artık birden ayrılma. Biri tekrar etmekten vazgeçme. Önceden Elest sözüne bağ­lanmıştın, artık bela (evet inandık) demekten geri durma.
Mantıku't- Tayr, Kuş Dili, Feridüddin Attar

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

110

Tuesday, 8.09.2015, 12:27

Rüyada Bildirilen Beş Sır

Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabûl etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.

Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, "Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez" diye düşünür.

Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.

Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, "Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim" diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.

Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şâhin var. Kuş, "Ey Allahın nebîsi, beni kurtar" diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, "Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabûl et" emri gereğince onu yeninin içine saklar.

Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şâhin gelip, "Ey Allahın nebîsi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!" der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, "Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabûl etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabûl edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım" diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.

Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüyâ gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyâsında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izâh edilir:

"Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.

İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.

Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihânet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.

Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyâcın olsa bile onun hâcetini görmek gerektiğine işârettir.

Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işârettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!..

Kaynak: www.mehmetoruc.com

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

111

Tuesday, 8.09.2015, 12:36

Salevatın Kefareti
Râbia-tül Adeviyye, babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine;

-Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?, dedi.

Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip;

-Kapı açılmadı, deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü.

Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü.

Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki:

-Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz:
"Sen her gece Peygamber efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver."

Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

112

Tuesday, 8.09.2015, 12:50

Sarhoş ve Müezzin



Sarhoş'un biri, şarabın tesiriyle bir camiye girer ve dua etmeye başlar:

- Yarabbi! Beni Cennetine koy, bana köşklerini ver, bana kevseri ver, bana hürilerine ver...
Bu yakarmaları işiten müezzin, sarhoşun yakasından tutarak:
- Ey akıldan, dinden gafil, senin camide işin ne? Sen ne yaptın ki, Allah'tan hem de bu sarhoş halinle dilyorsun? Hiç yakışıyormu?
Sarhoş bu sözleri işitince başlar ağlamaya ve:
- Müezzin efendi, müezzin efendi... ben sarhoşum, yakamdan elini çek, bana ilişme, dokunma bana, incitme beni, kırma kalbimi. Unutma, bilmiyorsan bil. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden lütfundan günahkar kullarıda ümitlenir. Benim sana sözüm yok, ben senden mi isityorum. Tevbe kapısı açıktır. En büyük yardımcı Allah'dır. öyle lütuf sahibidirki, O'nun lütfunun, rahmetinin büyüklüğü yanında kendi günahımı büyük görmeye utanıyor, günahıma büyüklük veremiyorum.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

113

Tuesday, 8.09.2015, 12:51

Sarık ve Sakal

Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir kadı'nın mahkemesinde alimler sırasında üst sırada oturur. Kadı gerek giyiminden gerekse tanımadığından olacak sert sert bakar. Bunun üzerine, Kadının adamı fakir alimin yanına gelerek:
- Buradan kalk. Haddini bil burası senin yerin değil. Herkes mecliisn üst tarafına layık olamaz. Senin yerin aşağısı.Ya git oraya otur, ya da çık git, der.

Alim, bakarki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar.

- Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri birbirine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür her biri bir dövüş horozuna döner. Bir karmaşadır gider.

Fakir alim dayanamaz kalkarak:

- Lütfen bir kere de beni dinlermisiniz? Bu konuda benim de söyleyeceğim bir kaç söz var.

- Buyurun, iyi bir şeyle biliyorsan söyle.

Alim, çok güzel bir üslup ve konuya hakimiyeti ile onları ikna etmekle kalmaz aynı zamanda gönüllerinide fetheder. Sözünü öyle bir yere kadar götürürki, kadı, çamura saplanmış eşek gibi geride kalır.

Kadı, hatasını anlar, onun faziletinide takdir ederek, raftan cübbesini, sarığını indirip takdim etmek ister ve:

- Yazık olsun, senin kıymetini bilemedik. Mecliismize teşrifinizden dolayı teşekkürlerimizi sunamadık. Sizin bu kadar fazilet ile meclisin son kısımlarında oturmanızdan dolayı çok müteessirim.

Kadının iltifatı üzerine adamı da koşar, gelir, iltifatlara başlar, gönlünüğ almağa çalışır. Kadı'nın takdim ettiği sarığı, fakir alimin başına sarmağa çalışır. Ancak alim:

- Dur, çekil o sarığı sarmak istemem. Çünkü elli arşınlık sarığı sararsam, bana kibir gelir. Yarın eski elbiseli birisini görürsem, onları beğenmemezlik yaparım. o sarık başımda oldukça, beni görenler bani görenler, halkı gözümde küçük göstermeğe uğraşırlar. Sen sen ol! Sarığa, sakala bakıp da kafa tutma. Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir. İnsan başına akıl ve beyin lazımdır. Böyle sarıklar senin ve senin gibilerin başına lazımdır, der ve verilenleri rededer.

Bostan ve Gülistan'dan uyarlanmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

114

Tuesday, 8.09.2015, 12:52

Sende Kibir Var

Abdulvahhab-ı Şarani hazretlerinin hocası Şeyh Zekeriya Ensari hazretleridir. Bu zatın da çok büyük bir hocası vardı. Bir gün hocası ile beraber otururken Hızır aleyhisselam gelmiş. Sohbetin sonunda Hızır aleyhisselam bu zatın hocasına:
-Senin bu talebenin çok büyük bir suçu var. Bunun, bundan daha fazla ilerlemesi mümkün değil. Bundan tevbe etmedikçe kurtulamaz,der ve kaybolur.
Şeyh Zekeriya Ensari hazretleri
-Aman efendim ne olur Hızır aleyhisselamı çağırsanız da bu suçun ne olduğunu öğreneyim) diye yalvarır.
Fakat hocası:
-Hızır aleyhisselam çağırmakla gelmez. Kendisi ne zaman isterse o zaman gelir, buyurur.
Bu zat günlerce tevbe eder nerede kusuru olduğunu düşünür ama bulamaz. Bir gün yine hocası ile beraberken Hızır aleyhisselam gelir. Hemen tabii ki bu mevzuyu sorarlar.
Hızır aleyhisselam buyurur ki:

-Sende kibir var. Yazdığın yazıların altına (Şeyh Zekeriya Ensari) diye yazıyorsun. Şeyhlik kim sen kimsin" der.
Bunun üzerine hemen tevbe edip, bundan sonra yazılarının altına (İnsanların en aşağısı Zekeriya) vb tarzında sıfatlarla beraber ismini yazmaya başlar. Ki kendisi gerçekten Şeyh idi.

Şeyh Zekeriya Ensari zamanında, yaşadığı yerin Sultanı bir karar alır fakat bu kararın dine aykırı yerleri ve halka zarar veren yanları da vardır. Bunu duyunca hemen atına biner ve doğru sultanın olduğu kaleye hareket eder. Sultanın adamları bunu duyunca sultana
-Efendim Şeyh hazretleri geliyor, derler.
Sultan:
- Eyvah kaleyi kapatın kapıları zincirleyin,der.
Kapıları kapatıp zincirleri takarlar. Mübarek kapıya gelince elindeki not defterini zincirlere tutar. Zincirler kırılır kapılar açılır ve doğru sultanın yanına gider.
Sultan:
- Efendim ne kusur işledik? Suçumuz nedir? diye sorar.
Sultana, yaz:
- Filan emrim yanlıştır doğrusu budur, der ve gerekeni yazdırır sonra çıkar gider ve giderken de
- Hadi kapat kapılarını artık, der.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

115

Tuesday, 8.09.2015, 12:53

Sen Nasıl İlim Sahibisin ki
İmam Gazali Hazretleri yurdundan, yuvasından, anasından ve babasından ayrılarak ilim tahsili için uzak yerlere gitmiş. Yıllarca ilim tahsil ettikten sonra memleketine dönmek için, onca yıldır okuduğu kitaplarını, not tuttuğu defterlerinide bir deveye yükleyerek, memleketine giden bir kervana da katılarak yola koyulmuş.

Yolda eşkiyalar kervanın yolunu keserler. Eşkiyaların aradığı para ve kıymetli şeylerdir. Yolculardan genç yaşlı, zengin fakir demeden azını çoğunu armadan işlerine yarayacak ne varsa almışlar. Sıra İmam Gazali'ye geldiğinde devesinde bulunan kitap ve defterleride almak isterler. İmam Gazali Hazretleri yalvarmaya başlar:

- Ne olur onları almayın. Ben onları senelerimi vererek elde ettim. Onlar sayesinde ilim sahibi oldum. Zaten sizin işinize de yaramaz.

Eşkiya reisi gülerek derki:

- Sen nasıl ilim sahibisin ki, elinden defterlerin alındığı zaman sende ilim namına bir şey kalmıyor.

Böyle söyler ve onun ders notlarını geri verdirir.

Fakat, eşkiya reisinin bu sözleri İmam Gazali'ye çok tesir eder ve bundan sonra okuduğu ilimleri defterlere değil, zihnine yerleştirir ve bütün dünyanın tanıdığı İmam Gazali olur.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

116

Tuesday, 8.09.2015, 12:55

Senin Sahibin Kimdir?

Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri yaşadığı ibret verici hadîselerden bâzılarını, insanlara nasîhat ve ders olması bakımından nakletmiştir. Şöyle anlatmıştır:

Şöyle anlatmıştır:

Bir defâsında Eyyûb Sahtiyânî ile bir yolculuğa çıkmıştık. Şam'a doğru bir müddet yol aldıktan sonra siyah renkli bir köleye rastladık. Bir odun dengini sırtına alıyordu. Köleye:

"Senin sâhibin kimdir?" dediğim zaman; "Benim gibi bir kul!" cevabını verdi.

Aslında, benim asıl sâhibim Allahü teâlâdır demek istedi. Sonra başını kaldırıp; "Ey yüce Rabbim! Şu odunlar altın olsun. Bunları altına çevir." diye duâ etti. Bir de baktık odunlar altın olmuş!

Bize bakıp; "Görüyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Evet görüyoruz." dedik.

Sonra tekrar; "Allah'ım bu altınları tekrar odun haline çevir." diye duâ etti. Duâsı kabul olunup tekrar odun halini aldı.

Sonra; "Âriflere sorunuz şüphesiz onların şaşılacak halleri bitmez, tükenmez." dedi.

Eyyüb Sahtiyânî de şöyle demiştir:

"Kölenin bu hâlinden ve sözünden dolayı hayretler içerisinde kaldım ve son derece mahcub olup utandım."

Sonra köleye; "Yanında yiyecek bir şeyler var mı?" dedim.

Bu sözüm üzerine eliyle işâret etti. Bir de baktık ki, önümüze bir cam kap içerisinde bal geldi. Balın rengi kardan beyaz, kokusu miskten güzeldi. Bize; "Yiyiniz! Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu bal arının yaptığı bal değildir." dedi. Hayâtımızda bu baldan daha tatlı ve lezzetli bir şey yememiştik. Bu işe çok şaştık. Köle sonra bize:

"Allahü teâlânın yarattığı böyle hallere şaşanlar ârif değildir. Kim bu işlerden dolayı şaşarsa, Allah'tan uzaktır. Kim de bu hârikulâde işleri görerek bu sebeple ibâdet ederse, şüphesiz o da câhildir." dedi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

117

Tuesday, 8.09.2015, 12:56

Sepetle Giden Hurmalar
Ashab-ı Kiram'dan Abdullah İbnü'z-Zübeyr r.a. Hazretleri anlatıyor:
Bir gece Mescid-i Haram'a gitmiştim. Baktım ki bir grup kadın Kâbe'yi tavaf ediyor. Tavaflarını bitirince kapının birinden çıkıp gittiler. Hallerinde bir gariplik sezdiğim için, şunları bir takip edip yerlerini öğreneyim, dedim. Akabe'ye kadar yürüyüp oraya çıktılar. Ben de çıktım. Sonra aşağı doğru indiler. Onların peşi sıra ben de indim. Vadide bir harabeye girdiler. Onların ardından ben de girdim. Bir de baktım, bir toplantı. Bana sordular:

- İbnü'z-Zübeyr, neden geldin?

Ben de onlara sordum:

- Söyleyin hele, siz kimsiniz?

- Bizler cin cemaatiyiz.

- Ben Kâbe'yi tavaf eden bir kadın topluluğu gördüm de onlara hayret ettim. Peşlerine takılıp buraya girdim.

- Ha, onlar bizim kadınlarımız. Sen dilediğin şeyi bizden iste!

- Ben taze hurma isterim, dedim.

O günlerde Mekke'de taze hurma yoktu. Bana bir miktar o hurmadan verdiler, ben de yedim. Sonra dediler ki:

- Artanı da yanında götür!

Kalan hurmaları alıp döndüm. İstiyordum ki bunları Mekke halkına göstereyim.

Evime geldim ve hurmaları kapaklı bir sepete koydum. Sepeti de bir sandığa kapattım. Sonra başımı yaslayıp kestirmeye başlamıştım ki, vallahi uyku ve uyanıklık arasında iken evde bir gürültü duydum. Birbiriyle şöyle konuşuyorlardı:

- Onu nereye koydu nereye?.. Sandığa koydu sandığa!..

- Açın sandığı açın! (Sandık açıldı) Hani o nerede?

- Sepetin içinde. Sepeti de açın!

- Onu açamayız ki. Onun üstüne Allah'ın ismi (besmele) okunmuş.

- Öyleyse onu olduğu gibi alıp götürün!

Böylece hurma sepetini alıp götürdüler. Cinler evden hurma sepetini aşırırken, onlara saldırmadığıma çok pişmanım.

İbn Asâkir: Tarîhu Medineti Dimaşk (Beyrut, 1995), 28/125

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

118

Tuesday, 8.09.2015, 12:57

Ser de Gitti Sır da

Server Baba namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir.
Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba'dan ister ve ısrar eder. Server Baba:
-Bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder alırsınız.

Başka çare yok, der. idam edilir.

Dilinin altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır:
Ser verip sır vermeyen Server Baba.
Eyvah ser de gitti sır da gitti.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

119

Tuesday, 8.09.2015, 13:01

Silahını Teslim Et Ona
Ahzab Harbi'nde, hendek kazmaktan yorulan Sa'd bin Muaz (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz'in yanında oturmuş dinleniyordu. Bu esnada, toprak taşıyan Zeyd bin Sâbit (r.a.)'in çalıştığını görünce, ona işaret ederek;
-Yâ Resûlellah, dedi, Allâh'a hamd olsun ki, bunun babası beni sağ bıraktı da, sana îmân etmek şerefini bana nasip eyledi. Buas günü, ben bunun babası Sâbit bin Dahhâk ile boğaz boğaza boğuşmuştum!

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz,

-Fakat, onun bu oğlu, ne iyi çocuktur', buyurdu.

Zeyd bin Sâbit (r.a.)'in bir ara gözlerini uyku bürüyüp kendisi uyuyakalmıştı. Kalkanı, oku, yayı ve kılıcı yanında olduğu halde, orada çalışmakta olan diğer Müslümanlar, onu hendeğin kenarında uyur bir halde bırakarak etrafı dolaşmaya gitmişlerdi. Bu esnada onun yanına gelen Umâre bin Hazm, şaka için, silâhını alıp saklamış, Zeyd bin Sâbit'in de bundan hiç haberi olmamıştı... Uyanıp silâhını bulamayınca da, heyecanlanmış ve korkmuştu! Resûlüllah Efendimiz bunu işitince, Zeyd'i çağırttı. Ona,

-Ey uykucu! Sen uykuya daldın, nihâyet silâhın da kaybolup gitti' buyurduktan sonra, 'Bu çocuğun silâhının nerede olduğunu kim biliyor?' diye sordu.

Umâre bin Hazm,

-Yâ Resûlellah, ben biliyorum. Silah benim yanımdadır, dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz,

- Silâhını teslim et ona! buyurdu ve şaka yollu da olsa, Müslümanları korkutmayı veya onların herhangi bir şeyini alıp saklamayı yasakladı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

120

Tuesday, 8.09.2015, 13:02

Sizden Fazla Veren Var

Hz. Ebu Bekirin halifeliği sırasında Medinede büyük bir kıtlık başgöstermişti. Halk ekmek yapmak için buğday bulamaz olmuştu. Hz. Osman da bu sırada Şam’a bir ticaret kafilesi göndermiş, oradan yüz deve yükü buğday satın alarak Medineye getirmişti. Bu miktar, halkın buğday ihtiyacını karşılayabilecek kadardı.
Bazı tüccarlar derhal Hz. Osmana müracat ettiler. Şamdan getirtiği bu buğdayı satın almak istediler. Buğdayın bir ölçüsüne 4 dinar veriyorlardı. Hz. Osman, “Sizden daha fazla veren var” dedi ve buğdayı hiç kimseye satmak istemedi. Tüccarlar bu durumda teklif ettikleri fiyatı artırdılar. Fakat yine Hz. Osmandan, “Sizden daha fazla veren var” cevabını aldılar. Nihayet buğdaya verebilecekleri en yüksek fiyatı verdiler. Fakat yine Hz. Osmanın ağzından “Sizden daha fazla veren var” sözünden başka bir laf çıkmıyordu. Bazıları onun bu tutumunu, fırsat düşkünlüğüne ve çok kazanma hırsına bağlıyordu. Konuyu Halife Hz. Ebu Bekire anlatmaya karar verdiler. Ondan Hz. Osmanla aralarını bulmasını istediler.

Halifenin huzuruna çıkarak durumu olduğu gibi anlattılar. Hz. Ebu Bekir anlatılanları sonuna kadar dinledi ve onlara, “ Bu işte bir gariplik var” dedi. “Bana öyle geliyor ki siz Hz. Osmanın sözünü iyi anlayamadınız. O, halkın ihtiyacını fırsat bilip ondan kâr ve çıkar elde edecek kimse değildir. Böyle davranışının mutlaka bir hikmeti vardır. Haydi beraber gidip konuyu bizzat kendisinden öğrenelim” dedi. Hep birlikte Hz. Osmanın yanına vardılar. Hz. Ebu Bekir tüccarların anlattıklarını Hz. Osmana söyledi. Ona malını niçin verilen fiyata satmadığını sordu. Hz. Osmanın bu soruya cevabı şaşırtıcıydı. Hz. Osman sadece Alllahın hoşnutluğunu kazanmak için buğdayı yoksullara ücretsiz dağıtacağını söyledi.