Dear visitor, welcome to AllaTurkaa.
If this is your first visit here, please read the Help. It explains in detail how this page works.
To use all features of this page, you should consider registering.
Please use the registration form, to register here or read more information about the registration process.
If you are already registered, please login here.

MEDİNE KAHRAMANI FAHRETTİN PAŞA’NIN ÖYKÜSÜ
Tarih, başka başka insanlara ve zamanlara
rastlayan olayların tekrarından başka bir şey değildir.
Öyle bir aynadır ki yalnız dışımızı değil, içimizide gösterir.
Son dönem askeri tarihimizin en büyük kahramanlarından olan Fahreddin Paşa, Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu Medine’yi İstanbul’dan gelen bütün emirlere rağmen isyancılara vermeyi reddetmiş “Ben bu bayrağı indirmem, indirecek bir başkasını bulun “ demiş ve her türlü yiyeceğinin bitmesine üzerine de tarihlere geçen meşhur “Çekirge Talimatnamesi” yayınlamıştı. Bu zor şartlar altında Hz. Peygamberin mezarını 2,5 yıl boyunca çekirge yiyerek Bedevi isyancılara ve İngilizlere karşı müdafaa etmiştir.
Büyük mücadele örneği sergileyen bu müstesna kumandanın öyküsünü anlatmadan önce kısaca hayat hikâyesine bakalım.
Asıl adı Ömer olan Fahreddin paşa, 1868’de Ruscuk’ta doğdu. Babası Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürü Mehmed Nahid Efendi, annesi Bali oğullarından Fatma Adile Hanım’dı. Soyadı kanunundan sonra “Türkkan” soyadını alan Fahreddin Paşa, babasının yanında görevli olan Fransız mühendislerinden Fransızca ve matematik dersi aldı.
“93 harbi”olarak bilinen 1876’daki Osmanlı – Rus Savaş’ından sonra ailesi ile birlikte İstanbul’a gelen Paşa, 1888’de Harb Okulu’nu, 1891’de “Erkân-ı Harbiye’yi “ yani Harb Akademisi’ni bitirip kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Balkan Savaşı’nda vazife yaptığı Çatalca savunmasında ki başarısıyla Edirne’nin Bulgarlardan geri alınmasında önemli rol oynadı. Birinci Dünya savaşı’na girildiği zaman albay rütbesiyle dördüncü ordu’nun 12. Kolordu kumandanı olarak Musul’da vazife yapan Fahreddin paşa, 1914’te tuğgeneralliğe terfi etti. Dördüncü Ordu komutanlığı vekilliğine getirilen Paşa, Urfa, Zeytun, Haçin ve Musadağı Ermeni isyanlarını bastırmakla görevlendirildi.
Hicaz bilgesinde isyan eden Şerif Hüseyin’le mücadele etmek için 1916’da Medine’ye gönderilen Fahreddin Paşa, 1919’a kadar emrindeki birliklerle Medine’yi kahramanca müdafaa etti. Daha sonra teslim etmek zorunda kalan Paşa, 27 Ocak1919 ‘da savaş esiri olarak Mısır’a götürüldü ve 5 Ağustos’da Malta’ya sürüldü. Malta’nın Fort Salvatore kışlasında 2 yıl 33 gün tutuklu kaldı. Bu süre zarfında İngilizce öğrendi ve İngilizlerin zorlamasına rağmen sırtındaki üniformayı çıkarmadı “Ben bu elbiseyi Harbiye’den mezun olduğumdan beri çıkarmadım” diyerek sürgün boyunca üniformalı bulundu.
Sürgün sırasında İstanbul’da vazife yapan ve savaş suçlularını yargılamak için işgalci kuvvetlerin kurdurduğu Nemrud Mustafa Divân-ı Harbi diye isimlendirilen mahkeme tarafından ölüme mahkum edildi.
Ankara hükümetinin çabaları ile 8 Nisan 1921’de Malta’dan kurtulan Fahreddin Paşa, Berlin karşılaştığı Enver Paşa’nın daveti üzerine Moskova’ya gitti ve İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadı Kongresi’ne katıldı. Daha sonra Batum üzerinden gelip Sarp sınır kapsından Anadolu’ya girdi. 2 Ağustos 1921’de Kazım Karabekir Paşa, tarafından merasimle karşılanan Fahreddin Paşa, 24 Eylül 1921’de Ankara’ya geldi. 9 Kasım 1921’de Afganistan elçiliğine tayin edildi ve Türk – Afgan dostluğunu geliştirdi. 12 Mayıs 1926’da Türkiye’ye dönen Paşa, 31 Aralık 1929’da memuriyet hayatına başladı. Önce Askeri Yargıtay Divanı Üyeliğine, ardından Askeri Yargıtay Divanı İkinci Başkanlığına tayin edildi. 5 Şubat 1936’da Tümgenerallikten emekli oldu.
Fahrettin Paşa, sonraki yıllarda “Türkkan” soyadını alıyor. Hakkında yazılmış birçok kitap var. Atatürk, Fahrettin Paşa, için “Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır” der. Tarihe “Çöl Kaplanı, Medine Kahramanı “ olarak bilinen Fahrettin Paşa’ya düşmanları bile saygı göstermiştir.
Türk Tarih Dergisi Ekibi
(Prof. Dr. İlber Ortaylı,Prof. Dr. Vahdettin Ergin,
Tarihçi M. Birol Ülker, Tarihçi Murat Bardakçı)

18 Mart 1927 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
ŞANLI BİR ZAFER GÜNÜNÜN YILDÖNÜMÜ

Kudüs Sancağı asıl adı Kudüs-i Şerif Mutassarıflığı 1874 yılında Şam Vilayetinden ayrılan; Kudüs ile birlikte; Gazze (Gaza), Yafa (Jaffa), Halilü’l Rahman (Hebron), Beytülrahim (Bethlehem), Birüssebi (Beersheba)[1] kentlerini kapsayan müstakil sancak. Osmanlı dönemi boyunca Kudüs Sancağı, Nablus ve Akka sancakları ile birlikte Güney Suriye ya da Filistin olarak isimlendirilmiştir.
12 Aralık 1917 yılında Osmanlı Devletinin elinden çıkana kadar sürmüştür.1841’de ilk olarak Şam Vilayetinden ayrılarak doğrudan saraya bağlandı.[3] 1872’de Sadrazam Mahmut Nedim Paşa tarafından bağımsız bir vilayet haline getirildi. Bu hususta bölgeye Avrupa ülkelerinin artan ilgisi ve güney sınırının Mısır Hidivliğine karşı güçlendirilmesi gibi birçok gelişmenin etken olabileceği bölge uzmanı akademisyenler tarafından öne sürüldü.
Başlangıçta, Akka Ve Nablus Sancakları, Kudüs Sancağı ile Kudüs Eyaleti olarak bir araya getirildi. İki aydan daha kısa bir süre sonra[5], Akka ve Nablus Sancakları Kudüs Mutasarrıflığından ayrılarak Beyrut Vilayetine bağlandı. 1906’da Nasra kazası Mutasarrıflığa bağlantısız bir toprakta bulunan parçası olarak eklendi,
Kudüs Sancağının yönetim biçimi Osmanlı başkentine doğrudan bağlandığından beri diğer Osmanlı vilayetleri ile aynı biçimde idi. Kent sakinleri kendilerini daha çok dinsel terminolojileri ile tanımlamakta idiler. Bölge köyleri normal olarak çiftçilikle uğraşırken kent merkezinde tacirler, sanatçılar, toprak sahipleri ve faiz karşılığı borç para temin edenler bulunmakta idi. Kent seçkinleri dinsel önderler, varlıklı toprak sahipleri ve yüksek rütbeli sivil memurlardan oluşmakta idi.

Ali Fuat Cebesoy, (d. 23 Eylül 1882, İstanbul – ö. 10 Ocak 1968, İstanbul), İstiklal Savaşını fiilen başlatanTürk asker ve siyaset adamı.

Ali Hikmet Ayerdem, (d.1877, Yenişehr-i Fener - ö. 21 Mart 1939, İstanbul), Türk asker, siyasetçi.

İbrahim Refet Bele (d. 1881, Selanik – ö. 2 Ekim 1963, İstanbul), Türk asker ve siyasetçi.

Fahrettin Altay (12 Ocak 1880 İşkodra, Osmanlı İmparatorluğu– 25 Ekim 1974, Emirgan, İstanbul, Türkiye)

Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876'da İstanbul Anadolu Kavağı'nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım'ın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladıktan sonra 29 Nisan 1893'te Harp Okuluna kaydolarak 28 Ocak 1896'da Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu (1311-c-P.7). Akabinde "Mekteb-i Erkân-ı Harbiye"ye girerek 25 Aralık 1898'de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. Bir süre Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) 4. Şube'de görev yaptıktan sonra 1899'da 3. Ordu'ya bağlı Metroviçe'deki 18. Fırka'nın kurmay heyetinde görevlendirildi. Balkanlar'daki Sırp ve Arnavut çetelere karşı verilen mücadeleye katıldı. Kısa aralıklarla terfi ederek 1907'de miralaylığa (albay) yükseldi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde 35. Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfıydı. 1910'da Arnavutluk'ta çıkan ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Kosova Kolordusu'nun kurmay başkanlığı'na atandı. 1911'de Trablusgarp Savaşı başlayınca Rumeli'nin savunmasıyla görevli Garp (Vardar) ordusunun kurmay başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında 21. Fırka Komutan Vekilliği ve Vardar Ordusu 1. Şube (Harekat Şubesi) Müdürlüğünü yaptı. Fevzi Çakmak'ın, Balkan Savaşları çıktığı dönemde 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliği 'nde; 6 Ağustos 1912'de Kosova Kuvay-ı Umumiye Kurmay Başkanlığ ı'nda; 29 Ekim 1912'de de Balkan Harbi Seferberliği'nin başlangıcında Vardar Ordusu K. I. Şube Müdürlüğü 'nde görevlendirildiğini daha öncede belirtmiştik. Sırp Cephesi'nde Vardar Ordusu Harekât Şube Müdürü olarak bulunan Fevzi Paşa'nın başarılı askerî faaliyetlerine rağmen, Garp Vilayetleri'nde 10 Mayıs 1913'den itibaren Türk Hakimiyeti sona ermiştir.
Kaynak: Kurtuluş Savaşı'na katılan üst kademelerdeki komutanlar | CeReZFoRuM
Copyright ©CeReZFoRuM

Sasani Uygarlığının Asya Sahilini (Selezya) yöneten Azize Zeynep (Leila Zenobia), 14 Şubat 270’de Roma’da, öldürülmeden önce ev hapsinde tutulduğu sarayın balkonunda, yukarıdaki gibi zincire vurulmuş olarak resmedildi. Öldürüldüğü gün, odasında, genç gardiyan Valentin’in ona yazdığı kâğıt parçası bulundu. Kâğıtta “Seni seviyorum Zeynep” yazıyordu.
Ressam Herbert Şmals, tablonun sağ alt köşesinde, gardiyan Valentin’i kraliçe Zeynep’e hayran bakarken resmetmeyi de ihmal etmedi. Kral Claudio, yasağa uymayıp aşık olduğu için gardiyan Valentin’i öldürtecek, sonra da aziz ilan edecekti. Öldürdüğünü aziz ilan etmek, yağmacı batının töresidir!
Sultan Zeynep, kocasından sonra Claudio’nun korsanlarıyla 12 yıl savaştı, Mısır’ı geri aldı, ayrı para bastırdı, Roma’ya vergi vermedi. Romalı yağmacılarla sürekli savaşıyordu. Zor durumda kaldığı bir zaman, ata akrabalarından destek almaya gittiği Pülümür’de (Dersim’de) esir düştü. Başkenti Palmira’yı yakmamaları koşuluyla oğluyla beraber teslim oldu. Roma’ya götürülürken İstanbul boğazına vardıklarında, oğlu Lalius’u öldürüp denize attılar.
Oğlunun asıl adı Sani-Toros, Atheno Darius, Darius hanedanından Cano idi!
Sani Toros’u öldürdükleri ve kraliçeyi Roma sokaklarında zincirli olarak dolaştırdıkları duyulunca, ilkin Arnavutluk halkı isyan etti. Halkı isyana teşvik ettiği gerekçesiyle esir tutulduğu odada onu öldürdüler. Onun öldürüldüğü haberini duyan tüm Anadolu isyan etti, halk, Romalı tefecilerin bankalarına ve iş yerlerine saldırdı. Roma kralı Claudio, bütün Roma erkeklerine 2 yıl evlilik yasağı koydu ve hepsini Anadolu’yu yerle bir etmeye gönderdi. Krala Zalim denilmesinin nedeni budur.
Leyla Zeynep bir Sasani kraliçesidir. Sasani Uygarlığı (224-651) yağmacı İskender’e isyan ederek Suriye’de kurulmuş olan Selevkos Oğuzlu devletinin devamıdır. İslamiyet Sasaniler döneminde doğmuştur. Bu kültürden Akil Adamların yönettiği Kölemen devletleri, İslamiyet’in yayılması ve Anadolu’nun haçlı Roma saldırılarından korunması sırasında doğmuş devletlerdir. Devamında Şaman Oğulları, Büyük Selçuklu ve Gazneli (Oğuzanalı) gibi Türk devletlerini görürüz.
İtalyan ressamın yaptığı tablodaki semboller:
Arkasındaki duvarda dört atın çektiği Hitit sembolü olarak da bilinen “güneş tanrısı”, Al-Lat/LAT/LAZ vardır; Laz’ın kızıdır. Yani, Azize Zeynep Şamanî’dir, Azize’dir, İsis’tir, Hitit’dir. Ulu Anası’dır; Anadolu’yu Ulu Analar yeri; Anati-uli (Anadolu) yapan analardandır.
2.Artemis gibi, karada ve denizde dört atın çektiği teknede savaşan bir Amazon “süvari”dir; Tarihte Türkler/Oğuzlar, Dor atlarıyla (Dor-t, Tur-si, Turc) denizde de savaşan kavim olarak bilinir.
Zeynep’in başında Kaşgari baş bağı vardır; halen Şiraz, Çamlıhemşin ve Adıyaman’da olduğu gibi.
Belinde, silahları alınmış “dorabuluz” kuşağı vardır; Savaşçı Er-hatune dir, Amazondur.
Kuşağında Sekizli Şems motifi vardır; Karusi, Horasani, Oğuzlu, Şamani, Turani ve Sümerlidir.
Sırtındaki pelerin: Filistin’de halen kullanılmaktadır.
Zeynep’in yönettiği topraklar:
Antik Palmira Eyaleti. Bugünkü Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Mısır, Harran, Soli, Antakya, Ankara, Silifke, Tarsus ve Ereğli. Ereğli’de Zanapa Kalesi onun adını yaşatır. “Tarsus’un kraliçesi Zeina zamanında halk (Hlik-ia) ile yönetenler arasında sınıf farkı yoktu” diye anlatılan kraliçe odur! Mersin Mezitli’deki dikilitaşlar, insanlığa çalışan Köle-Men (Man-Goli) büyük bilim adamlarının, Ulu-Mez-id’lerin, Soli’de bir araya geldiklerini anlatır.
Pülümür’de yaşayan Ferhat Uşakları, Paller, Koçgiri /Kaçgari Uşakları, Papaglar, Tunceli’nin antik halkı olup Luvi (Alevi) kültüründen gelirler. Bu insanlar, 1.Artemis ile onun babası 1.Karus (Kuroş) gibi Horasani (Karus Analı) soy atalılar olarak bilinir. 1.Karus’ın kızı ve oğlu (1.Artemis ile kardeşi Serhat) Atina’ya kadar gidip (MÖ.550), Anadolu’nun bilim evlerinden esir alınarak Atina’ya götürülen, orada zengin oligarklara köle öğretmen olarak satılan bilim adamlarını kurtardı. Akdeniz’in Yahudi korsanları öncelikle köle ticaretinden çok para topladı (Primitif Akümülasyon, İlkel Yığın); bilim adamları en yüksek fiyatla satılan kölelerdi. Alevi kültüründe insana saygı ve özgürlüğü onur saymak, gibi vasıflar böyle bir tarihe dayanmaktadır.
Bazı kaynaklara göre Zeynep’in orduları Ankara’dan Kadıköy’e, Suriye, Filistin ve Lübnan’a kadar Anadolu’da çok geniş bir alanda Romalılarla savaştı.
Tarihten ve hafızalardan silme cezası:
Roma parlamentosu direnen şehirlere böyle ceza verirdi. Zeynep’in şehirleri de cezalandırıldı. Palmira’nın enkazı bile bugün Suriye’de en fazla turist çeken yerdir.
Daha önce cezalandırılan bazı şehirler: Başoğuzlu şehri Potomya (Rize, MÖ.63), Türkmeneli şehri 300 bin kişilik Tigran Agarta (Silvan, MS.69) Gerger, Suruç, Samsat, Antakya, Kastabala, Mezitli-Soli, Ankara…
Roma’da Milat denilen şey, Milet Uygarlığını (kaynaşmış millet olmuş Oğuz boylarını) yok edip tarihi sıfırdan başlatmak olayıdır. Bu ceza Sümer Uygarlığının da tarihten silinişidir. Bazı tarihçiler Sümerleri, Galata, Venedik, Cenevizli Yahudi korsan tefecilerin ortadan kaldırdığını söyler.
1950’den sonra NATO kararıyla, tarihte Roma’ya direnmiş olan bütün şehirlerimize Dünya Bankası tarafından sessizce sulara gömme cezası verildi, buralara baraj inşaatları başlatıldı.
Kraliçe Zeynep için bestelenmiş üç operet:
1- Anfosi; Zenobia in Palmira, 1789
2-[/b ]Rossini; “Aureliano in Palmira, 1813
[b]3- Mansur Rahbani; Kraliçe Zenobia, 1990
Adını yaşatan yerler:
1- GAZZA STRİP; Azize İş-tar Aba. Gazze Şeridi.
2- Toros Ereğli’de antik Zanapa kalesi.
Filistin’de Kaçkari çalgılarından “tulum” vardır, adı “nanay” olup, Şiraz’da ve Artvin Yusufeli’de de adı Nanay’dır.
Roma’nın affetmediği Kaşgariler:
Kaşgari/Kaçgai boyu, antik İran’da Darius/Toros hanedanının soy ata adıdır. Bu hanedan, 1918’de Amerikalılar tarafından kaldırıldı, yerine Pehlevi ailesi getirildi. Bu zoraki yönetim değişikliği sırasında 50 bin Şirazlı ve Kuzistanlı Kaşgari Alevi öldürüldü.
1980’de Fransa destekli yönetime getirilen mollalara isyan eden Şirazlı Kaşgariler ve Luviler, kadınlı erkekli taburlarla Halepçe’de kamp kurdular. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı sırasında 2,5 milyon can verdiler. 1988’de Talabani askerleri ile Humeyni askerleri, birlikte Halepçe’ye saldırdı, saldırı püskürtüldü, fakat beş gün sonra Halepçe’ye kimyasal bomba atıldı, 5 bin kişi daha öldü. Sekiz yıllık savaş böyle sona erdi. Tarihe Halepçe Katliamı olarak geçti(1988 ). Dünya basınında katledilenlerin Kürt oldukları şeklinde haber edildi. Daha sonra, sekiz yıl boyunca her iki tarafa da silah satanın bir ABD şirketi olduğu resmen açıklandı.
Bu tarihsel pencereden baktığımızda, Trabzon Kadırga yaylasında ve Mardin’de kurulan Amerikan Füze üssünün hedef alanı içerisinde kimlerin olduğunu kestirmek zor değildir. Tarih boyunca Anadolu’nun İç Asya ile bağını koparabilmek için Doğu bölgemizde bir tampon devlet kurmak, yerli halkı buradan kaçırtmak, batılı sömürgecilerin en büyük arzusu olmuştur.
Zeynep’in, baba tarafından Oğuzlu (AnatiOkhus, Anası Oğuz) hanedanına uzanan Pers/ Parth/ Ferhat(Fırat) boylu olduğu üzerine bilgiler vardır. Atatürk’ün arkadaşı Diyap Ağa da Pülümür’lü ve Ferhat Uşağıdır. 1938’de dış kaynaklı çıkartılan bir isyanda Diyap Ağa’nın on beş oğlu öldürüldüğü pek bilinmez. Cumhuriyetin kurucularından olan bu aşireti korumak için Ankara hükümeti bölgeye asker gönderdi, acı olaylar yaşandı. Bu olay, Dersim olayları olarak anılır. Aynı tarihte Fransızlar Hatay’ı kaybetmişlerdi, Fransızlar onun rövanşını Dersim’de isyan çıkartarak almak istediler.
Tarih boyunca emperyalist batı devletleri bu bölgeyi hiç boş bırakmadılar. Osmanlı’nın son yıllarında bile Dersim’de sekiz tane, İngiliz, Fransız ve Amerikan misyoner koleji vardı, Atatürk ilk iş olarak bu okulları kaldırdı, affedilmeyen önemli bir suçumuz da budur.
Kraliçe Zeynep’e düşünsel kaynak olan Oğuz kültürünü, Kölemen atalarımızda da görüyoruz; insan için çalışmak, insanlık için bilim yapmak gibi akla dayanan bir İslam kavrayışını içerir. Bu kültürü bugün Maturidi itikadı veya Alevilik olarak görürüz. İlk bin yılın ilk yarısında, Haçlı saldırılarıyla Anadolu’dan kaçmak zorunda bırakılan bilim adamları ellerindeki bilgi ve belgelerle Bağdat’a ve Kabe’ye giderdi. Buralarda göktaşlarını inceleyen bilim evlerinin izleri vardır. Hz.Muhammed’in Kabe’nin içinde korumaya aldığı “Hacer-ül Esvet”, sekiz adet Meteor, göktaşı, ki, ışıktan ur olduğumuzun ispatı olarak gösterilir, buranın bilim evi olduğunu gösterdiği gibi, Hz.Muhammed’in buraya gittiğini de, bilimi korumaya aldığını da gösterir.
Maturidi (Meteor inceleyen atalar) töresinin bilim adamlarına, filozof ve şairlerine baktığımız zaman onların şeriata değil bilime dayandıklarını anlarız. Maturidi itikadının sözcüleri Atatürk’ün bu itikattan olduğunu kabul ederler. Bundan rahatsızlık duyan kimi Hıristiyan ve Yahudi devletler, İslam ülkelerinde Şeri itikadı (şeriatı) desteklerken, Maturidi itikadını, dolayısıyla Mustafa Kemal’in düşüncesini İslam dışı gösterme gayretine girdiler, bugün yaşadığımız sorunların bir kısmı bundan kaynaklıdır.
Maturi adıyla sesdeş olarak ilk akla gelen Bedri, Mitri, VI.Mitri Date (Lokman Hekim’dir), Medrese, Metre gibi sözcüklerle bilimsel düşünmenin bağını kurabiliriz. Hatta, 900 ile 1100 yılları arasında yetişen Buharalı İbni Sina’dan Marlı Ahmet’e, Miskeveyh’e kadar birçok şair, filozof ve bilgini örnek gösterebiliriz.
Ailesi hakkında bir İngilizce kaynaktan notlar:
Sasani devletinin kurucusu Ardashir (Arđaxšēr), diğer adı Ardashīr-i Pāpagān, "Ardashir, Pāpağ oğlu". Adının Latince yazılışları; Artaxares ve Artaxerxes. Ardashir'in babası Papak’dı, büyük babası Sasan’dı.
Babai zümrelerinden Baba Dervişi, Babeg/Papagan/Babaği’ler, Bektaşi kolu olarak günümüze kadar gelmiştir. Batı Trakya’da Arnavutluk’ta Babailerin yaşadığı dağların antik adı Amazon Dağlarıdır.
Palmira Kraliçesi Zenobia, 269 yılında Mısır'ı Romalılardan geri aldıktan sonra kendisini Augusta ilan etti. Augusta olmak, Oğuzların/Şamanilerin kadın opası olmak, bir çeşit Şaman lideri, Halife (İlyapa, Alp) olmaktı. Mısır yöneticilerinin Asya kökenli Şamani (Kölemen) olmalarının sırrı bundadır. Şaman Oğulları sembollerinden sarı hilal, buğday ve tavus kuşu olarak resmedilen Anka Kuşu önemli ipucudur. Bu sembollere Sümer Kenti Semerkant ve Buhara’dan, Bitlis Ahlat’a kadar rastlayabiliyoruz.
Filistin bayrağındaki siyah renk, Sultan Zeynep’e yas tutmayı ifade eder.Sözlük:
Allat: Ulu Lad, Ulu Laz. Yüce Işığın armağanı Zeynep.
Kölemen: Panoğlu. MenOğlu. Babadan oğla geçmeyen, Akil Adamların yönettiği, Şaman, Oğuzlu ve Selçuklu yönetim sistemi. Cumhuriyetle yönetim bu töreye dayanır.
Laz: Sümer kutsalı Güneş, Soli, Ulu-os.
Lailus: Sultan uşağı, Sultanoğlu.
Leila: Leyla, Hilal. Sultan demektir. Leyi; Luvi; Ulu-ay; Ay İnanışlı.
Palmira: Poli Mero; Mer soyluların Beli. Sü-mer şehri.
Sani: Caney, Cani. Halen Adıyaman’da erkek adıdır. Sasani sözcüğünün kökenidir. KumanGene krallığının adında bulunur; Şaman Canları, kısaca Şamanlar demektir.
Sasani: Susa analılar. Susa, 1.Artemis’in ön adıdır.
Şaman: Şam-an; Kom-an. Işık ve gök bilimi yapanlar. Türklerin ata kültürüdür. Saman Yolu, Şaman Bilgeliği; gök bilim, tıp, müzik, sanat ve diğer bilimleri birlikte yapmaktır.
331 yılında Doğu Roma’da Hıristiyanlık devlet dini olarak kabul edilince, Şaman bilim evleri “din dışı” ilan edilerek yerle bir edildi. Anadolu’da halen Bursa Ulucami, Kırşehir Cakabey, Divriği Ulucami, Ankara Sultan Aleddin Camii ve Erzurum Ulucami gibi bir çok caminin mimberinde gerçek milimetrik ölçülerde Saman Yolu ahşap kabartmalar vardır, bu işaretler bu yerlerin daha önce Şaman bilimevi olduğuna işaret eder.
Eğitimci Yazar Mahiye MORGÜL,
This post has been edited 1 times, last edit by "lale_zar" (Feb 13th 2016, 2:50am)

Konstantin’in akıbetini Türk kaynaklar başka, Bizans eserleri başka türlü göstermektedir. Türk kaynaklarına göre, 29 Mayıs gecesini “Porfirojenet = Tekfur” sarayında geçiren imparator, sabaha karşı Türklerin, kalelere hâkim olduklarını haber alınca birlikleriyle birlikte Ayasofya’ya çekilmeye başladı. Bugünkü Zeyrek (Aksaray – Unkapanı arası) semtine varmıştı ki, o sırada Unkapanı bölgesinden şehre girmiş olan Türk denizcilerine rastladı. Bu denizciler, bu kalabalığı kendilerine saldıracak zannederek üzerlerine atıldılar. Bu arada imparator da tanınmayarak öldürüldü. Ölüsü sonra, Fatih’in aratması üzerine çizmelerinden bilinip kaldırıldı. Bazı kaynaklar da, Edirnekapısı taraflarında öldürüldüğünü yazarlar. Mezarı’nın da Vefa’da olduğu söylenmektedir.
Bizans eserlerinde, Konstantin’in ölümü hakkındaki ifadelerde büyük anlaşmazlıklar vardır. Mesela, imparatorun en yakın adamı olan muharrir Françis şöyle diyor:
“Sevgili imparatorumuzun akıbetini bilmiyoruz. Çünkü son saatte kendi adamlarından hiçbiri yanında bulunmadı. (Şlomberje, sayfa 299)”.
Dolayısıyla, imparatorun ölümünün tarzı hakkında yazılan yazıların hepsi sonradan uydurmadır. Onun Türklere şöyle saldırdığı, sayısız Türkleri kırdığı, en son “beni öldürecek bir Hıristiyan yok mu!” diye bağırdığı hakkındaki sözlerin topyekûnu, yanan kalblere su serpmek, gönülleri ona çekip bağlamak maksadıyla yapılan atıflardan başka bir şey değildir.
İşin hakikatine gelince, o sırada İstanbulda bulunup mükemmel bir ruznâme tutan ve bıraktığı esere Avrupalılarca paha biçilmeyen Venedikli Barbaro söylemektedir: “İmparator, Türklerden kaçan müdafiilerin ayakları altında ezilerek ölmüştür (Şlomberje sayfa 301)”. Bunun böyle olduğunu söyleyen başka eserler de vardır.
Netice: Türlü romantik hevesler, çeşitli siyasi kaygılar, dinî ve millî gayretler ve bir hayli septik jestler ile şişirilip uçurulan Konstantin’e hakikat gözü ile bakılırsa o, işte budur.
Ve Hammer de, son imparator Konstantin hakkında dikkate değer şu cümleyi sarf etmiştir: “Paleologlar, tedbirsizlikleri ve alçaklıklarıyla çok defalar tehlikeye düşürmüş oldukları bir tacı kaybederek, Bizanslılar, bir daha başkaldırmamak üzere yabancı (Türk) boyunduruğuna boyun eğdiler.” (Ata Bey Tercümesi: Cilt 2 sayfa 302)”.
Yazı-tura ile yapılan vahşi infaz
Yer: Azerbaycan, Hocali 26 Subat 1992
Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars?ta, Ağrı?da, Van?da, Erzurum?da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı. Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı.
Karnını yardılar
– Akçik, manç? (Kız mı, oğlan mı?)
– Akçik (Kız).
Bu cevap üzerine ?oğlan? diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürümüş gözleri bebeğın kasıklarına kilitlendi.
– Tun sahetsar, inger (Sen kazandın, yoldaş).
– Yes sahetsapayts ays bubriki inç bes bidigisdana (Ben kazandım, ama bu bebek nasıl beslenecek?).
– Mayrıgi bedge gısdatsine (Annesi besleyecek elbette).
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
– Mayrıg yerahayın zizdur (Çocuğa meme ver).

Yavuz-Midilli
5 Ağustos 1914’te Alman Amiral Souchon, Goeben ve Breslau ile birlikte Çanakkale önlerine geldi.
• Alman gemileri konusunda çok tedirgin olan Rusya, Osmanlı Devleti ile yapılabilecek bir anlaşma için görüşmeyi sürdürdü. •
10 Ağustos’ta Çanakkale önüne gelen gemiler, Enver Paşa’nın izni ile içeri alındı.
• Ertesi gün bu gemilerin, satın alındığı duyuruldu.
• Ancak İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ni protesto etti ve İngiliz Donanması’na ait bir filo da, Çanakkale önlerine geldi.
• Giers, bu gelişmenin, durumu Rusya aleyhine çevirdiğini Dışişleri Bakanı Sazanov’a bildirirken, Almanya, bu satışı onayladı.
• Hemen ardından Moltke; Enver Paşa’dan çeşitli isteklerde bulundu.
• Buna göre; bir Türk kolordusu Suriye’den Mısır’a ilerleyerek, Süveyş Kanalı’nı tehdit etmeli ve Osmanlı Devleti savaşa katılarak, Romanya ve Bulgaristan’a örnek olmalıdır.
• İstanbul’da Büyükada’ya gelen iki Alman gemisinden, Goeben’e Yavuz ve Breslau’ya da Midilli adı verildi.
• Ardından Alman Amiral Souchon da, 15 Ağustos’ta Osmanlı Donanması’nın komutanlığına getirildi.
• Amiral Souchon ile birlikte Yavuz ve Midilli’nin tüm personeline, Osmanlı Bahriyesi üniforması giydirildi.
• İstanbul Hükümeti, savaşa katılma konusunu 14 Ağustos’ta görüşmeye başlamıştı.
• İki gün sonra Harbiye Nezareti’nde, karşılıklı olarak bir araya gelindi.
• Bu toplantıya; Enver Paşa ile Alman Elçi Wangenheim’dan başka, Sanders Paşa, Bronzart Paşa, Amiral Souchon, Albay von Cress ve Hafız Hakkı Bey katıldı.
• Bu toplantıda, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi durumunda, oluşacak stratejik etkiler görüşüldü.
• Almanya ile bu gelişmeler yaşanırken, Rusya da Osmanlı Devleti’nin, karşı gruba geçmesini istemiyordu.
• Bu nedenle Dışişleri Bakanı Sazanov, Enver Paşa’nın ittifak önerisini müttefikleri ile paylaştı.
• Hiç olmazsa, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için; toprak bütünlüğü garantisi, kapitülasyonlarda değişim ile Limni Adası’nı vermeyi önerdi.
• Bu önerileri; Uzlaşık Devletler’in İstanbul elçileri de dile getirdi.
• Ancak yeni önerilerin kabulü için, vakit çok geçti.
• Bu sırada Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Osmanlı Donanması’nda görevli İngilizleri görevden aldı.
• Osmanlı Donanması da Amiral Souchon’un komutasına verildi ve her gemide, bir Alman subay görevlendirildi.
Prof.Dr.Mahir Aydın

Orhan Gâzî'nin henüz şehzâde iken, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ilk yılında, babası Osman Gâzî'nin saltanatı sırasında kullandığı "Orhan Sultân" tuğrası. Çalıca Vakfiyesi, 1 Ramazan 700 / 10 Mayıs 1301.

ZEMZEM KUYUSUNUN DERİNLIGI

Battal Gazi ya da Seyyid Battal Gazi , 8 . yüzyılda ikamet ettiği ihtimal edilen ve ile ilgili türlü inanışlar bırakmış bir liderdir . Emevilerin Anadolu’nun doğusunu fethetmesi ile oraya yerleşmiş bir Arap ailenin oğludur . Battal Gazi , Malatya’da doğmuştur . Doğduğu ve ikamet ettiği evin yeri şuanda da mevcuttur . Yıkıntı durumunda korunmaktadır . Uzunca seneler halka yiyecek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır . Evliya Çelebi seyehatnamesinde bahsedilmektedir .
Battal Gazi ile ilgili bugüne ulaşabilmiş kaynaklar yalnızca mesnevi tarzı yazılmış , birbirini hem bir savunan hem bir de çelişen olgular içerir destanlar ve milletin hafızasında kalmış kalan bilgilerdir .
Battal Gazi Destanı’nda ve Halk hikâyelerinde , Emeviler vaktinde Arap ordusuyla beraber İstanbul’u kuşattığı anlatılmaktadır . Kuşatma hem bir denizden hem bir karadan yapılmış , ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır . Destanda Battal’ın düşmanı , Arap komutanına oyun oynayıp kuşatma başladığında İstanbul’a geçerek imparatorluğunu ilan eden İmparator Leon’dur . Arap tarihinde II . İstanbul kuşatmasının tarihi 717-718 olarak belirtilmektedir . Bizans tarihli bilgiler de bu tarihi doğrular niteliktedir . Fazladan Bizans tarihinde İmparator III . Leon’un tahta çıkış tarihi 717 olarak belirtilmiştir , bundan dolayı destandaki Leon’un İmparator III . Leo İsauryalı olma ihtimali üstünde durulmaktadır . Destanda Battal Gazi’nin kuşatma sırasında yirmili yaşlarında olduğu söylendiğinden dolayı, Battal Gazi’nin doğum yılının 690-695 civarı olmasının olası olduğu düşünülmektedir . Battal Gazi’nin 740 yılındaki Afyon ( Akroinon ) Savaşı’nda öldüğü konusunda tarihçiler mutabakata varmışlardır .
battal-gazi
740 senesinde Eskişehirin Seyitgazi ilçesi yakınlarında savaşta aldığı yara nedeniyle şehit olmuştur . Anadolu’da İslamın yayılmasına büyük katkıları olmuştur . Günümüzde Battal Gazi ile ilgili en detaylı olarak yapılan çalışmalar Ankara Polis Koleji’nde Metin İnceleme Klübü aracılığıyla sürdürülmektedir .
Seyyid Battal Gazi Peygamberimizin HZ. Muhammed efendimizin soyundan gelmektedir diye bilinmektedir.. Bizzat Emevi komutanı değildir . Ama Emevi ordusunda vazife almıştır . Seyyid Battal Gazi Alevilere göre serçeşmedir . Seyyid Battal Gazi’nin torunları Amasya Merzidekor’da , Eskişehir Seyitgazi’de ve Malatya civarından yaşamaktadır . Bizzat Ayasofya Camisine giren ve o dönemin düşman orduları komutanı Leo’nun korkusuna neden olan seyyiddir . Şuanda Da Manisa , Eskişehir , Amasya , Tokat , Sivas yörelerinde Battal Gazi soyuna ikrar vermiş bu ocaktan kalan Aleviler vardır .
Bilgi Media & Vikipedi Türk Tarihi Ansiklopedisi

ABD bayrağı taşıyan ilk geminin Cezayir açıklarında Osmanlı donanması tarafından ele geçiridi. Olayın belgesi, Yale Üniversitesi'nin hukuk fakültesi arşivinde ortaya çıktı. Türkçe kaleme alınan 22 maddelik anlaşma, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde yabancı dille imzalanan tek belge olma özelliği taşıyor.
Yıl 1783... Avrupa standartlarına göre mütevazı da olsa yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başlar. Daha 25 Temmuz 1785'te, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirilir. Bu gemi, Boston Limanı'na bağlı, Kaptan Isaak Stevens'ın idaresindeki Maria'dır. Arkasından, Philadelphia Limanı'na bağlı, Kaptan O'Brien'ın Dauphin'i de aynı akıbete uğrar. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçer... ABD Kongresi, 27 Mart 1794'te, Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemileri inşa edilmesi veya satın alınması için Başkan George Washington'a 700 bin altına yakın harcama yetkisi verir. Böylece ABD, Osmanlı tehdidi karşısında donanmasının temellerini atmış olur. 5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmayı kabul eder. Anlaşmaya göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642 bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını (216 bin dolar) ödemeyi kabul eder. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koyar. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış olur. Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir.
Yale Üniversitesi'nin arşivinde ortaya çıkan belgeye Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koyar. Belgenin dili 'Original in Turkish' ifadesi ile baştan belirlenir. Tarihi belgenin ortaya koyduğu önemli bir husus da ABD Başkanı George Washington'ın, dönemin Sultanı Üçüncü Selim tarafından muhatap görülmemiş olması. Çünkü anlaşma Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı tarafından imzalanır.

Osmanlı’da neden kavuk takılırdı?
Osmanlılar için “kefeni başında gezer” sözüne yol açmış başlık türüdür.Sebebi ise kavuk denilen başlığın upuzun bir kumaşın çevrilerek üstüste toplanmış olmasıdır. Açıldığında içindeki kumaş kişinin kefenini oluşturur ve “her an ölmeye hazırım” anlamını taşırmış. Sıksık ölümü hatırlayıp ona göre karar verirler ve öldükleri zamanda direk başlarındaki kefenle gömülürlermiş.

Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı
Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu
yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri
birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı
hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a
çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç
günlükmücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir
askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz
gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir sure sonra, adı Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.
1918′de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı “dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından
Mentesoğlu Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır.
Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur
Ve ikı Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.
İki askerin şu an mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdaglar’da ve
mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı
askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize
Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan’da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok...
Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır
Alıntı__________

Heybeliada'daki Deniz Harp Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe,
kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili
parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.
İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü.
Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini
öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için
önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..
Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki
denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin
heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür:
'Seni seviyorum''... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç
aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...
Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların
dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur.
Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde
selamlaşmayı bırak artık'' diye takılırlar İsmail Türe'ye.
Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile,
Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan
yakışıklı denizci gözünü bir an
olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.
Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üstteğmen, Çanakkale'den
geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla
haber verir nişanlısına.
Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının
kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi,
o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta
ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da,
arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...
Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden
gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ...
Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.
''Seni Seviyorum...''
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
''Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi...
'' Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının
komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını
düşünerek,karşılık verilmesini emreder.
Yanındakilerin ''Ne diyelim komutanım?'' diye sorması üzerine de şunları
söyler: "ebediyete kadar..."
O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale
Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu
kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı ''Naboland'' adlı gemi
tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu
sesler çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.
Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan
Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından
habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.
Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde
başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır
"Ebediyete kadar" sürecekolan uykusuna!..
NOT:İsmail Türe resimde soldan üçüncü kişidir.
Alıntı___________

VATANIN KURTULMASI VAR VE BUNU İÇİN ŞEHİT OLMAYA HAZIRLAR..
RUHULARI ŞAD ,MEKANLARI CENNET ,BERZAHLARI AYDINLIK OLSUN..VATAN SİZE MİNNETTAR..