Uzun bir sessizlikti senden sonrası… Üstüme kar yağdı yaz ortası, kışın zaten buz tuttu sokaklar ve ben hiçbir şeyi, hatta sıcağı bile senin kadar özlemedim.
Atmadığı için boş gibi duran, oysa ağzına kadar seninle doldurulmuş bir yüreği görünce durmuş sandı dostlar. Uzun zaman ölü sayılabilirdim aslında, arada sırada mecbur kalıp cevap verdiğim telefonlar olmasaydı…
Zamanla birlikte kabuk bağladı yaram ama hiç düzelmedi. O zaman öğrendim, kalbe vurulan neşterlerin izleri dikiş tutmuyormuş. Yine de ayağa kalktım sonunda, burnumda hep inceden bir sızı ve her yerde senin kokunla.
Nasıl geçti onca yıl, nasıl günler aya, yıla dönüştü, bilmiyorum? Ömür işte; bir şekilde geçiyor. Bir gün geldi sesini kaybettim. Yüzün, yürüyüşün, yaptıkların, anılarım, gülüşün ve sana ait ne varsa hepsi aklımdaydı ama sesin kaybolmuştu.
Fark ettim ki, zamanla eksiliyordun içimden ve günü geldiğinde aklımın hiçbir köşesinde adınla uyuşan bir şey kalmayacaktı. Veya ben öyle sandım…
Seni içimden söküp atamadıkça, tam olarak yaşıyor sayılmazdım. Sabırla, sevgiyle, emekle büyüttüğün çiçeklerin etrafında büyüyen yabani otlar gibiydin. Kalbimi ısıtacak en ufak bir ışığın bile önünü kesmek için sarmıştın dört yanımı.
Sonunda madem kendi kalbimin kontrolünü devretmişim, o zaman aklımın kontrolünü ele geçireyim dedim. Aldım elime bir bıçak, kalbime açtığın yaralardan daha derin çizikler attım etrafımı sardığın kollarına.
Bir ışık vurdu yüzüme, aralandı kalbim, derin bir nefes aldım. Tam bitti, kurtuldum derken, ayaklarıma dolandı yine o yabani sarmaşık ellerin. Sanki vurdukça büyüdü, vurdukça güçlendi. İki seçeneğim vardı; ben özgürlüğü tercih ettim. Bir anda kurtuldum ellerinden, çıktım dışarı.
Artık hürüm ama kalbimi seninle birlikte o zindanda terk ettim. Şimdi kimi sevmeye çalışsam aşkı parçalıyorum. Denedikçe daha fazla yanılıyorum….