Çocuk yaşta o kadar kolay ki mutlu olmak.. Bakkalın verdiği fazladan bir şekerli sakız, yerde bulduğumuz 3 santim çapında plastik bir taso, su birikintisinden geçerken zıplayarak geçmek ve ıslanmak.. Bunlardı bizi mutlu edenler, yüzümüzü gülümsetenler ve aynı zamanda da gözlerimizin ta içini..
O zamanlar kalp kırıklığı yok hiç, hayal kursan da hayalin kırılsa, çok geçmeden unutuyorsun bi’ pamuk şekerle.. Komşunun çocuğuyla birbirinize girseniz, ertesi gün otoparkta aynı kola kutusunu beraber ezip beraber futbol oynuyorsunuz.. ‘O piti piti’ ile seçiyorsunuz kimin ebe olacağını ve o an tek istediğiniz sona kalmamak oluyor; çünkü en iyi saklanma yerlerini siz biliyorsunuz.. Alt kattaki komşu teyzenin sizinle yaşıt kızına ‘çocukça’ aşık oluyorsunuz ve o kadar içten, o kadar masum ki o ‘çocukça’ aşk, öylesini akıllanıp, olgunlaşıp da gözünüz açıldığında dahi bir daha bulamıyorsunuz..
Büyüdükçe başlıyor hayal kırıklıkları çünkü artık teselli etmiyor pamuk şeker gibileri.. Çocukken bir gülümseme ve bir çikolata dindirirken göz yaşımızı, büyüdüğümüzde aynı etkiyi göstermiyor bir çok şey.. Susuyoruz belki, sahte bir gülümseme yerleşiyor yüzümüze ve o sahte gülümsemeyle
‘Ben iyiyim, daha iyiyim ’ diyoruz; oysa tek farkımız göz yaşlarımızı dışa değil içe akıtıyor olmamız..
Gurur başlıyor büyüdükçe; çocukken ertesi gün olunca unuttuğumuz bir çok şey artık gururumuza dokunur oluyor. Öyle şeyler çıkarıyor ki karşımıza hayat, bizden çok gururumuz yara alıyor..
Büyüdükçe mi kırılıyor hayallerimiz yoksa büyüdükçe olmadık hayaller mi kuruyoruz bilmiyorum, ama hayal kırıklığından kendini koruyamıyor insan.. Kimisi unutulup gidiyor ertesi güne ama bir de gururumuzu yaralayanlar var ki, eyvallah diyip geçsek de, her akla geldiklerinde sinkaflı bir küfrü hak ediyorlar..
Yine de güzel büyümek, üzülerek öğrenmek ve hayatın sillesine rağmen ayakta durabilmek..