Herşeyden önce, “geliştirilmiş vicdan” ve “insanın olgunlaşması”nın varacağı nokta “adalet” değil, onu da aşan “erdemler”dir.
Adalet, hukukun aksine, ahlâk (olgunluk ve gelişmiş vicdan) açısından en yüksek değer değildir.
Çünkü adalet, kişinin başkalarına haklarını teslim etmesi ve onlara zarar vermemesi durumunu ifade eder; oysa yardımseverlik, sevgi, saygı, diğerkâmlık ve alçakgönüllülük gibi değerler, adaletten daha yüksek değerlerdir ve hukuk insanları böyle olmaya zorlayamaz.
Buna insanın kendisi karar verir. Bu tür ahlâkî tutumlar dış bir zorlamayla ya da etki altında benimsendiğinde ya kölelik ya da riyakârlık anlamına gelir. Hiç kimse bir başkasına saygı göstermeye zorlanamaz, fakat hakaret etmemek (mesela kendisinden başkalarını isyankâr, gafil, şaşkın ve kıymet bilmez ilan etmemek) zorundadır.
Bu yüzden aslında kanunlar insandan sadece adil olmasını talep eder ve ancak adaletin çiğnenmesi (haksızlık ve zulüm) durumunda yaptırım uygular. Ahlâk kuralları ise insandan daha fazlasını bekler. Mesela kanun, bir insanın bir başkasına ya da başkalarına hakaret etmesini yasaklar, fakat ondan, diğer insanlara saygı göstermesini istemez, isteyemez. Ahlâk ise, olgunluk adına bu saygıyı da talep eder. İnsanın başkalarına hakaret etmemesi, saldırmaması “kanun”un gereği, saygı göstermesi ise ahlâkî olgunluğun ürünüdür ve böylesi bir tutum ancak gönüllülük temelinde anlam taşır. Adalet için, gönüllülük aranmaz, gerekirse zorla sağlanır; kanunlara işte bu yüzden ihtiyaç vardır. O nedenle, adaleti sağlamaya yönelik kanunî yaptırım “baskı ve endişe kaynağı” olarak nitelendirilemez. Böyle bir nitelendirmede bulunmak, derin bir cehaletten başka birşey değildir.
Bu bağlamda ayet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şura, 42/40)
Adalet, kötülüğün cezasız kalmaması ve karşılığının verilmesidir. Af ise, “adalet”ten daha yüksek bir ahlâkî değerdir.
Fakat bunun, gönüllü bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Nitekim bir sonraki ayet-i kerime bu noktayı açıklamakta ve yapılabilecek yanlış yorumlara set çekmektedir:
"Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol yoktur." (Şûrâ, 42/41)
Yine, ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, işiten, görendir.” (Nisâ, 4/58 )
Görüldüğü gibi, Allahu Teala, hükmetme gücü elinde olanlara (devlet ve hükümet) “adalet”le hükmetmeyi emrediyor; güzel ahlâklı olmalarını, affetmelerini vs değil. Devlet ya da hükümet, böylesi durumlarda insanlara güzel ahlâk vs. tavsiyesinde bulunamaz, mesela onlardan affedici olmalarını isteyemez; onun görevi adaleti sağlamaktır. Bir insan affetmeye (olgun ve gelişmiş vicdan sahibi olduğunu göstermeye) zorlanıyorsa, bu, ona yapılmış bir zulümdür ve adaletin gerçekleşmesinin engellenmesidir. O nedenle, “kanun baskı ve endişesi” diye birşey varsa eğer, bu ancak, insanlara haksızlık yapmayı ve zulmetmeyi isteyenler için olabilir. Zaten adil olanlar içinse kanun, baskı ve endişe kaynağı değil, güvencedir.
"İnsanın olgunlaşması”, insan tekinin olgunlaşmasıdır ve her insan ayrı bir olgunlaşma süreci yaşar veya yaşamaz. Bir başka deyişle, "insanın olgunlaşması” ve “geliştirilmiş vicdan”, "bireysel" bir konudur. Ve olgunlaşmanın varacağı nihaî hedef, adalet değil, onu da aşan bir bağışlayıcılık ve diğerkâmlıktır. Mesela herkesten hakkını sonuna kadar isteyen ve alan, hakkından hiç vazgeçmeyen bir insan, bu tavrıyla adaleti sağlamış olur; fakat "olgun" bir insandan, bazen hakkından vazgeçmesi, "götürü pazar eylemesi" beklenir. Adalet isteme, hakkını arama tavrı, kınanacak bir tavır değildir, fakat olgunluk başka birşeydir. Devletin ve “kanun”un durumu ise farklıdır. Ona düşen sadece adaleti sağlamak, bunun ötesinde bir "olgunluk" kuruntusuna düşmemektir.
Bir insan, “insanın olgunlaşmasının ve geliştirilmiş vicdan”ın gerçekleştireceği hedef olarak “adalet”i görüyorsa, gerçekte olgunluk ve gelişmiş vicdanın ne olduğunu bilmiyor demektir. Daha kötüsü, "hukuk"un önemini de anlamamıştır. Bundan da kötüsü, gerçek olgunluğun ve geliştirilmiş vicdanın ortaya çıkışının, tam da o kötülenen "kanun baskısı"nın mevcudiyetine bağlı olduğunu kavrayamamıştır.
....
Ahlâk başka, ahlâk istismarı başkadır..
Ahlâk, kendisini "eylem" olarak gösterir ve riyakârlık ya da istismar anlamına gelip bizzat kendisini tahrip edeceği için, kendi kendisinin “reklam”ını yapmaz. Ahlâk istismarı ise, “gösteriş” de içerdiği için daha baştan ahlâka aykırı bir duruş olarak ortaya çıkar. Böylesinin eylemi, söylemini doğrulamaz.
“Siz Kitab’ı okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?” (Bakara, 2/44)
“Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.” (Saff, 61/3)
Yazinin tümünü görmek icin TIKLA