Kırlangıç yuvasını çamurdan yaparmış.
Köşenin bir yerine.
Mesela,
Sahil kenarında, virane bir dam’ ın en mutena köşesine.
Kimselerin göremeyeceği köşeye.
Gizlice.
Yanına dişisini alır, göz göze, kalp kalbe, kokuları birbirine karışırcasına inşa edermiş.
Hatta başka kuşlar bile görmezmiş o yuvayı.
Öylesine aşk kokarmış o yuva.
İlahi bir aşk işte.
Güneş batar, gece merhaba dermiş.
Gece, kanatlar altında başlayan sevişmeyle devam edermiş.
Bu sevişmeler, bazen yuvadan taşar, çakıllar üzerinde devam edermiş.
Ta ki güneş ışıklarını güne süzene kadar.
O gece;
Yuvanın şerefine, tarifsiz bir kuvvetle ruhların birleşmesi, aşkın ölümsüzlüğe doğru ant içmenin gecesi olurmuş.
Bundan sonraki geceler, hep bir diğerinden daha fazla aşkı yakalamaya çalışan geceler olurmuş.
Ama bir türlü yakalayamazlarmış.
Yakalamak istemezlermiş aslında.
Tılsımı oradaymış.
Yuvayı yapan gagalarıyla birbirlerine söyledikleri;
“sen nesin böyle” melodilerine
“neler yaptın bana böyle” sevgi melodileri eklenirmiş.
Ancak, hiç ama hiç fazla sormazlarmış bu soruları birbirlerine.
Çünkü
Tılsımı oradaymış.
Bırakmışlar,
“nereye giderse gitsin” ya da “sonsuza kadar” diyerek.
Birbirlerine sarılmaları sonsuzluğa açılan bir pencere, hem de hiç kapanmayacak bir pencere olmuş onlar için.
Erkek kırlangıç, ölümüne vermiş tüm kalbini dişisine.
“bir ömür boyu” dileğiyle.
Dişisi de “erkeğim” diye kabullenmiş bir an bile tereddüt etmeden.
O küçücük kalbinde ne var ne yok vermiş erkeğine.
Güvenmiş, tapmış ama en önemlisi sevmiş.
“bir ömür boyu” dileğiyle.
...
Ne de güzel bir kırlangıç masalı bu böyle.
İnsanoğlunun yakalayamadığı, yakalasa bile ıskaladığı sonsuz aşk masalı.
Kırlangıçlar yuvalarını çamurdan yaparmış.
Çamurmuş onların sarayı.
Haydi bakalım
Var mı aşk yoktur diyen?
Var mı?
çamur bazen güzeldir...