Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

241

Saturday, 7.09.2013, 03:43

Simitçi

Ünlü basketbolcu eşiyle birlikte Eminönü’nde geziyorlardı. Önce akvaryumcuları dolaşmışlar, Kapalıçarşı, Nuruosmaniye, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı derken Yeni Camii’nin önüne kadar gelmişlerdi. Orada bağıra çağıra simit satan bir çocuk vardı.
Basketbolcu birden duraladı. Sonra simitçiye yaklaştı.
- Simit kaça koç?
- 300 bin abi çıtır çıtır..
- Tezgahta kaç simit var?
- 70-80 tane var herhalde abi…
- Hepsini alsam ne kadar tutar?
- 80 dersek 24 milyon…
-Al sana 30 milyon, farz et ki hepsini satın aldım say .
-Sağol abi…. sağol.
Basketbolcu üç onluk çıkarıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki, kocasına yaklaşıp fısıldadı:
- Suat, sen deli misin?
- Yoo…
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını neden verdin?
- Boş ver sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim!
- Lütfedersiniz beyefendi!
- Simit tablasının kenarı dikkatini çekti mi?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
- Suat!
- Yoksa?
- Evet, o tezgah eskiden benimdi.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

242

Saturday, 7.09.2013, 03:44

Küçük Tavuk


Kısa bir süre önce, Prof. Dr. Özcan Yeniçeri ile bir hava alanında salonda otururken emekli bir generalimiz ile sohbet ettik. Güncel konuları tartışırken emekli general bize ABD’de bir askeri okulda Amerikalı subaylar ile birlikte girdiği bir dersi ve derste anlatılanları anlattı.Ben de size aktarıyorum.
“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış. Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar.
Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.
Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır alıyor.
Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor. Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor.
Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış,dersin hocası kürsüye çıkarak, ”İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.
Beni meraka düşüren husus, bir Türk subayı içeride iken böyle bir dersi vermekten neden sakınmadıkları idi.
Bunu sordum. Emekli general, “Umurlarında olduklarını mı zannediyorsunuz Ümit Bey; Amerikalılar hiçbir şeyi gizlemeye ihtiyaç duymazlar” dedi. Sonra emekli general İstanbul uçağına binmek için bizden ayrıldı. Biz de Özcan Yeniçeri Hoca ile Ankara uçağını beklerken, kümesten, horozlardan ve tavuklardan bahsettik. Belki siz de bu yazıyı okuduktan sonra bazı sorular sordunuz!

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

243

Saturday, 7.09.2013, 03:46

Eşekli Kütüphaneci Mustafa Amca

İnanılmaz bir girişimcilik hikayesidir bu. Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir. O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın. Mutlaka adım atmalısın. Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

244

Saturday, 7.09.2013, 03:47

Annenin Fedakarlığı

Japonya’daki depremde kurtarma ekibi genç bir kadının yaşadığı enkaza ulaşırlar. Yıkıntıların arasında bir kadın cesedi vardır. Kadının enkaz altındaki pozisyonu biraz ilginçtir. Sanki ellerinde bir şey tutarak iş yaparken dizlerinin üzerine çökmüş haldedir. Bu esnada sanki ev üzerine yıkılmış gibidir. Kurtarma ekibinin lideri yine de canlı olma ümidi ile kadına ulaşmaya çalışır, maalesef kadın çoktan ölmüştür.
Ekip oradan başka bir enkaza hareket etmek üzere iken bir sebepten dolayı ekip lideri açtığı delikten içeri doğru kadının cesedinin altına doğru bakar ve seslenir!
- Bir çocuk!.. Bir çocuk var! der.
Ekip uzun bir çalışmadan sonra çiçekli bir battaniye içinde ölü kadının cesedinin altında 3 aylık bir çocuk bulurlar. Kadın son bir hamle ile çocuğunu kurtarmak için bedenini ona siper yapmıştır. Ekip çocuğa ulaştığında bebek hala uyumaktadır.
Doktor çabucak gelir ve çocuğu muayene eder. Battaniyeyi açtığında içinde bir cep telefonu bulur. Ekranda yazılı bir mesaj vardır. Mesajda şu yazıyordur!..
“Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi hatırla!”
Bir annenin çocuğuna olan sevgisini ölüm anında bile ona anlatma çabasının en güzel örneğidir!
Annemizin kıymetini bilelim iş işten geçmeden…

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

245

Saturday, 7.09.2013, 03:48

Saray mı, Han mı?

Bilgenin biri Hindistan’da büyük bir adamın sarayına, açık bulduğu kapısından girdi. Büyük ve halılarla döşeli avlusuna oturdu. Bilge, kendisini buradan kaldırmak ve kovmak isteyen saray hizmetçilerine:
“Burası han değil mi? Niçin kovuyorsunuz? Bir yere gitmem!” diye cevap verdi.
Nihayet münakaşa büyüdü ve sonunda sarayın sahibine haber verdiler. Nüfuzlu biri olan saray sahibi, sarayın bir han olmadığını söyleyerek bilgeyi savmak istedi. Aralarında şu konuşma geçti ve ilk soruyu bilge sordu:
“Bu saray sizin mi?
“Evet”
“Sizden evvel kimindi?”
“Babamın.”
“Daha evvel?”
“Dedemin”
“Daha evvel?”
“Dedemin dedesinin”
“Sizden sonra kimin olacak?”
“Oğlumun”
Bilge, son sözü söyledi:
“Rica ederim, insaf edin. İçinde bu kadar kişinin oturduğu ve gittiği, daha da oturacağı bir yer handan başka nedir?”

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

246

Saturday, 7.09.2013, 03:49

Bal Arısı


Kitab-ı Makbul’de Şeyh Kadızade Mehmed şöyle bir hikâye nakleder:
“Bal arısı oğul verince bütün arılar bir yere toplanır. İçlerinden biri başkan olur, kimi su taşıyıcı, kimi süpürgeci olur. Kimi mimar, kimi müfettiş olur. Her biri kendi iş ve göreviyle uğraşır. Beraber iş taksimi ile birbirine bitişik birçok köşk gibi evler yaparlar. Onun bir köşesine yerleşip dışarıdan oraya bal taşırlar. Aralarında tembel bir arı çıkıp hizmetini aksatırsa her biri ona kıyar, vurup döverek onu dışarıya kovarlar. O tembel arıya iğnelerini batırıp kovandan dışarı atarlar. Bir daha gelmeye kalkarsa onu öldürürler… Eğer kovana işsiz birisi yerleşirse her biri onun işini bitirir. İnsanlar da bu hale bakarak ibret almalıdır.”

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

247

Saturday, 7.09.2013, 03:50

Gururdan Kaçınmak

Yavuz Sultan Selim Han, iki yıl süren Suriye ve Mısır seferinden dönüşte ikindi vakti Üsküdar’a gelmişti. Bütün beylere paşalara, gece oluncaya kadar Üsküdar’da kalınarak karşıya karanlık basınca geçileceği emrini verdi. Bazı devlet ricali gündüzden geçilmesini daha uygun bulduklarını, geceyi beklemenin niçin gerekli görüldüğünü sordu. Padişah:
“Bütün dünyada yankı uyandıran büyük bir zafer, şan ve şerefle dönüyoruz. Gündüzün İstanbul’a geçtiğimiz takdirde halk büyük bir karşılama yapacak, tezahüratta bulunacaktır. Bu da nefsimize bir gurur getirebilir. Bundan Allahü Teâlâ’ya sığınırım. Buna meydan vermemek için payitahta gece geçeceğiz.” cevabını verdi.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

248

Saturday, 7.09.2013, 03:51

Zürafanın Boyu

Bir zamanlar çok ama çok uzun boylu bir zürafa yaşarmış. Bu zürafanın bir sürü arkadaşı varmış. Bir gün arkadaşlarıyla oynamaya gitmiş. Arkadaşlarına günaydın demiş. Sonra arkadaşlarına:
- Lütfen ben de oyununuza katılabilir miyim? demiş.
- Tabi, ama şey….
- Ne?
- Biz ip atlamaca oynuyoruz ama senin boyuna göre ip yok.
Zürafa çok üzülmüş, sonra kendi kendine, “Keşke boyum biraz küçük olsaydı ne olurdu…” diye düşünüp hayıflanmış.
Sonra bir gün top oynarken top ağaca kaçmış. Hepsi zürafaya bakmışlar.
Zürafa:
“Tamam ama bir şartım var. Benim boyumla. Dalga geçmezsen topunuzu alırım.’’ demiş.
Arkadaşları ondan özür dilemiş ve hep birlikte top oynamışlar.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

249

Saturday, 7.09.2013, 03:53

Kıymet Bilmek

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.
Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı,
“Müsaade buyurursanız ben onu sustururum” dedi.
Padişah da “lütfetmiş olursunuz” dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü.
“Bu işteki hikmet nedir ?” diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:
“Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

250

Saturday, 7.09.2013, 03:54

Doğruluğun Mükafatı

Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, “Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!..” diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, “Sen başka duâ bilmez misin?” dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:
“Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. “Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar” dedi şeytanım. Îmânım ise, “Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et!” dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:
“Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!”
Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:
“Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.”
Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdat’a gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, “Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım” dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:
“Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.”
Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!..

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

251

Saturday, 7.09.2013, 03:57

İPTE ASILMAK

Hindistan'da çok eski bir öykü vardır: Büyük bir bilge en yakın müridini Kral Janak'ın sarayına genç adamda eksik olan bir şeyi öğrenmesi için gönderdi.
Genç adam dedi ki, "Eğer bana sen öğretemediysen Janak denilen bu adam bana nasıl
öğretecek? Sen büyük bir bilgesin, o ise sadece bir kral. Meditasyon ve farkındalık hakkında ne
biliyor ki?"
Büyük bilge de, "Sen sadece benim dediğimi yap. Ona git ve önünde eğil; kendinin bir sannyasin*
olduğunu ve onunsa sıradan bir ev sahibi olduğunu düşünüp egoist olma. O dünyada yaşıyor, o
dünyevi sen ise ruhanisin diye düşünme. Tüm bunları unut. Seni ona bir şey öğrenmen için
gönderiyorum. O halde şu an için senin ustan o. Ve biliyorum, burada denedim ama sen
anlayamıyorsun çünkü onu anlamak için değişik bir bağlama ihtiyacın var. Janak'ın huzuruna
çıkmak ve sarayı, sana doğru bağlamı verecektir. Sen sadece git, onun önünde eğil. ‘Bu birkaç gün
için o beni temsil edecek’ dedi.
Genç adam istemeye istemeye gitti. O bir Brahmandı*, en yüksek kast'a* aitti! Ve bu Janak da
neydi? Zengindi, büyük bir krallığı vardı ama bir Brahmana ne öğretebilirdi ki? Brahmanlar her
zaman insanlara öğretebileceklerini düşünürler.
Ve Janak bir Brahman değildi, o bir Kshatriyaydy, Hindistan'daki savaşçı bir kasttan. Onlar
Brahmanlardan sonra gelirlerdi. Brahmanlar birinci, en öndeki, en yüksek kasttı. Bu adamın
önünde eğilmek mi? Bu hiç yapılmamış bir şeydi! Bir Brahman'ın bir Kshatriya*ya eğilmesi Hintli
zihnine uygun değildi.
Ama usta öyle demişti, o yüzden yapılmak zorundaydı. Genç adam gitti ve istemeden önünde
eğildi. Ve eğilirken gerçekten ustasına kızgınlık hissediyordu çünkü onun gözünde Janak'ın
önünde eğilmek çok çirkindi. Güzel bir kadın Kralın huzurunda dans ediyordu ve insanlar şarap
içiyordu ve Janak bu grubun içinde oturuyordu. Genç adam öylesine lanetliyordu ki ama yine de
eğildi.
Janak güldü ve dedi ki, "içinde bu kadar lanetleme taşırken önümde eğilmene gerek yok. Ve beni
deneyimlemeden önce bu kadar önyargılı olma. Ustan beni çok iyi tanır, o nedenle seni buraya
gönderdi. O seni buraya bir şey öğrenmen için gönderdi ama öğrenmenin yolu bu değildir."
Genç adam, "Umurumda bile değil. Beni gönderdi ben de geldim ama sabaha doğru geri dönmüş
olacağım çünkü burada öğrenebileceğim bir şey göremiyorum. Aslında eğer senden bir şey
öğrenecek olursam hayatım boşa gitmiş olacak! Şarap içmeyi ve güzel bir kadının dansını izlemeyi
ve tüm bu rezaleti öğrenmeye gelmedim" dedi.
Janak gülümsedi ve "Sabah gidebilirsin. Ama madem ki geldin ve çok yorgunsun... en azından
gece dinlen ve sabahleyin gidebilirsin. Ve kim bilebilir; belki de gece ustanın seni bana gönderdiği
öğrenme için uygun bağlam olabilir" dedi.
Şimdi, bu gizemliydi. Gece nasıl olur da ona bir şey öğretebilirdi? Ama tamam geceleyin burada
olabilirdi. O yüzden bu konuda fazla yaygara koparmaya gerek yoktu. Kaldı. Kral ona sarayın en
güzel, en lüks odasını hazırlattı. Kral genç adamla birlikte gitti, yemeğiyle ilgili tüm özeni gösterdi
ve yatağına gittiğinde Janak oradan ayrıldı.
Ama genç adam tüm gece boyunca uyuyamadı çünkü yukarı baktığında tam başının üzerinde ince
bir iple asılı duran çıplak bir kılıç görebiliyordu. Şimdi her an kılıç düşüp genç adamı öldürebilirdi,
çok tehlikeliydi. O nedenle tüm gece uyanık kaldı, tetikte; bu sayede eğer olursa bu felaketten
kaçınabilirdi. Sabahleyin Kral sordu: "Yatak rahat mıydı, oda rahat mıydı?"
Genç adam: "Rahat! Her şey çok konforluydu ama kılıca ne demeli? Neden böyle bir numara
yaptın? Çok acımasızcaydı! Yorgundum, ustamın ormandaki, çok uzaktaki aşram*ından yürüyerek
gelmiştim ve sen bana çok insafsız bir şaka yaptın. Bu nasıl bir şey böyle? O kadar ince bir iple
bağlanmış çıplak bir kılıç ki en ufak bir meltemde ölüp gideceğim diye korktum" dedi.
"Sadece bir tek şey sormak istiyorum. Çok yorgundun, her an kolayca uykuya dalabilirdin ama
uyuyamadın. Ne oldu? Tehlike çok büyüktü, ölüm kalım meselesiydi. O nedenle farkındaydın,
uyanıktın. Benim öğretim de budur. Gidebilirsin. Ya da birkaç gün daha beni izlemek için
kalabilirsin.
Güzel kadın dans ederken dün gece orada oturuyordum ama başımın üzerindeki çıplak kılıç
yüzünden tetikte bekliyordum. O görünmezdir; onun adı ölümdür. Genç kadına bakmıyordum:
Tıpkı senin lüks odanın keyfini çıkartamaman gibi, şarap içmiyordum. Sadece her an gelebilecek
olan ölümün farkındaydım. Ben sürekli ölümün farkındayım; o yüzden sarayda yaşıyorum ama
gene de bir inzivadayım. Ustan beni tanır ve beni anlar. Benim anlayışımı da anlar. Bu nedenle
seni buraya gönderdi. Şayet burada birkaç gün yaşarsan, kendi gözlerinle görebilirsin" dedi kral.
Nasıl daha farkında olunur bilmek ister misin? Hayattaki tehlikelerin daha çok farkına var. Ölüm
her an gerçekleşebilir; bir sonraki an kapını çalabilir. Sonsuza kadar yaşayacağını düşünürsen
farkında olmadan kalabilirsin; ölüm çok yakınlarındayken nasıl farkında olmadan kalabilirsin ki?
İmkânsız! Eğer hayat anlıksa, bir sabun köpüğüyse, küçük bir fiskeyle sonsuza kadar yok
olacaksa... nasıl farkında olmadan kalabilirsin?
Her eyleme farkındalık getir.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

252

Saturday, 7.09.2013, 03:58

KÖTÜ KALPLİ YAŞLI KADIN VE ÇOCUKLAR

Bir zamanlar bir yerde evde tek başına bir tane yaşlı kadın yaşarmış. Ama bu kadın huysuz,mutsuz ve çok kötü biriymiş. bu
yüzden herkese kötü davranırmış. yolda oynayan çocukları bile kovarmış. Bir gün yine bu çocuklar top oynuyorlarmış. Bu kadın bunu görünce hemen camı açarak:
- Siz laftan anlamaz mısınız? Ne dedim size ben. Çocuklardan biri:
- Sen hangi hakla bizi kovuyorsun? burası bananın yolumu. Burası devletin, yani herkesin yolu. isteyen oynar, isteyen yürür, koşar. Ya-şlı kadın:
- Bak bak bak laflara bak. sen kim oluyorsun da bana cevap veriyor-sun. Çocuklar:
- Eeee senle mi uğraşacaz? Gelin oynayalım. der. Yaşlı kadın:
- Bunu siz istdediniz. der ve elinde sürahilye su getirir ve başlarından aşağıya döker. Çocuklar:
- Çok saol teyze hem sıcaktı hem de susamıştık rahatladık vallaha derler. Yaşlı kadın:
- hmmm demek öyle sıcak heee. der ve termosun içine bir su koyar ve o suyu 1-2 dk kaynatır ve pencereyi açarak kaynar suyu çocukla-rın üstüne döker. Çocuklarda ağlaya ağlaya anne ve babalarının yanına giderler. Çocuklar durumu anlatır ve çocukların anne ve babaları yaşlı kadının yanına gidrler ve olay tatlıya bağlanır. Böyle olaylar hep olmuş ve her seferinde yaşlı kadın yalan söylemiş. Bir gün yaşlı kadın pazardan ellerinde birsürü poşetle evine doğru gidi-yormuş. Çocuklarda oyun oynuyorlarmış. Birden bire yaşlı kadın yolda kalp krizi geçirmiş ve çocuklar ne olduğunu görmüş. Çocuklar hemen ambulansı aramış ve ambulans gelmiş ve kadını götürmüş.
Aradan 1 hafta falan geçmiş ve yaşlı kadın gözlerini açmıştır. Çıkış günü için de çocuklar gelmiştir. Sonra doktor yaşlı kadına:
- Sen bu çocuklara teşekkür et. onlar olmasaydı belki de şu anda yaşamıyor olabilirdin. tam 1 haftadır komadasın. Ambulansa onlar haber bildirdi. Yaşlı kadın çocuklara:
- Çocuklar size çok teşekkür ederim. Ben size okadar haksızlık yap-tım,o kadar canınızı yaktım. Ama siz benm hayatımı kurtardınız. Si-ze çok teşekkür ederim. İstediğiniz kadar evimin önünde oynayabi-lirsiniz. Çocuklar:
- Önemli değil teyze insanlık vazifemizi yaptık. Yinede kapıda oynamamıza izin verdiğiniz için size çok teşekkür ederiz. derler ve evlerine giderler.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

253

Saturday, 7.09.2013, 03:59

FAKİR İLE ZENGİN

Bir zamanlar iki tane dost varmış. Ama bu dostlardan biri fakir biri de zenginmiş. Fakir bir fabrikada işçi olarak çalışırmış. Zenginde holding sahibiymiş. Fakt zengin olanı parayı çok severmiş. Bu yüz-den fakir arkadaşının ondan para istemesinden çok korkuyormuş.
Bir gün fakir arkadaşının çalıştığı yer iflas etmiş ve bütün çalış-anlar işsiz kalmış. fakir çok mağdur duruma düşmüş. çekine çekine zengin arkadaşının yanına gitmiş ve şöyle demiş:
- Şey arkadaşım ben senden bir şey rica edebilir miyim? Zengin:
- Evet. Ne istiyorsun? Fakir:
- Şey beni işten çıkardılar da bana... zengin sözünü keserek:
- Biliyormusun bende bu aralar çok sıkışığım iflasın eşiğindeyim. Fa-kir:
- Peki bana... Zengin yine fakirin sözünü keserek:
- Anlamıyor musun? Bende zor durumdayım sana borç para vere-mem. Hiç mi utan mıyorsun böyle dilenci gibi para direnmeye? Fa-kir:
- Ne, borç mu? Ben senden sadece bir iş veya çevren geniştir diye bana iş bulabirsin diye umuyordum. Fakat sen senden borç para is-tiyeceğimi sandın ve korkuya kapıldın. dedi. Ve aniden içeriye sekreter girer ve heyecanla:
- Efendim ihaleyi kazandık. Bir başasırya daha imza attınız. Artık es-kisinden de zenginsiniz. Fakir:
- Demek öyle arkadaşlığımız buraya kadarmış birdaha görüşmemek üzere. der ve ölene kadar da daha hiç konuşmazlar.

254

Wednesday, 18.09.2013, 07:20



DOKTORUN kapısı öyle hızlı hızlı çalınıyordu ki, Doktor:

“Şimdiye kadar gördüğü en acil durum olsa gerek” diye düşünerek, büyük bir telaşla.-“İçeri girin” diye seslendi,

Kapıdan dokuz yaşlarında, korktuğu ve üzüntülü olduğu belli olan bir kız çocuğu girdi.
Küçük kız:

“Annem çok hasta, doktor" diye ağlamaya başladı. “Hemen eve gitmeliyiz.”

Doktor:

“Ben evlere hasta bakmaya gitmiyorum” dedi. “Anneni buraya getirmen gerek.”

Çocuk:

“O çok hasta, buraya gelemez” diye yalvarmaya başladı. “Eğer gelmezseniz, korkarım ki annem ölecek.”

Çocuğun annesine olan bağlılığından ve perişan halinden etkilenmemek mümkün değildi. Hızla çantasını toparlayan doktor:

“Hadi beni en kestirme yoldan evine götür bakalım!” dedi.

Yüzündeki hüzün bir an için sevince dönüşen küçük kız, doktoru peşine takıp evine götürdü. Kısa bir süre sonra, eve vardılar.

Annesi başım kaldıramayacak kadar çok hastaydı. Ama gözleri doktora yardım etmesi için yalvarır gibi bakıyordu.

Doktor kadını muayene etti ve ateşini düşürecek bir iğne yaptı. İki gün sonra tekrar geleceğini belirterek gitti.

İki gün sonra, dediği gibi, tekrar geldi

Kadın, kendisini çok daha iyi hissediyordu:

“Yaptıklarınız için Allah sizden razı olsun doktor bey” dedi.
Doktor ise:

“Eğer küçük kızınız olmasaydı, şu an ölmüş olabilirdiniz” diye karşılık verdi. “Onun gibi bir çocuğa sahip olduğunuz için gurur duymalısınız.”

Kadının hastalıktan sararmış yüzü, şaşkın bir ifade ile kaskatı kesildi.

“Fakat doktor bey! Benim kızım üç sene önce öldü ve başka çocuğum da yok” diye cevap verdi titreyerek ve sordu:

“Sizi getiren kız, şu karşı duvarda fotoğrafı olan kıza benziyor muydu?”

Doktor duvardaki fotoğrafa baktı. Bir süre sessizlikten sonra, doktorun yüzünde bir gülümseme belirdi.

Başım sessizce evet anlamında salladı.

Evden çıkıp giden doktor, hayatı boyunca bir melek tarafından, kapısının çalındığı o anı hiçbir zaman unutamadı.

  • "harbi kız" bir kadın

Mesajlar: 5,575

Kayıt tarihi: Jul 9th 2013

  • Özel mesaj gönder

255

Wednesday, 18.09.2013, 07:34

Gerçek Dostlar

Çok samimi iki dost ve arkadaslardi. Fakat bir tanesi çok kurnaz,atilgan ve hareketli, digeri ise çok saf , dürüst ve sessizdi.

Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir.Arkadasi bu parayla islerini düzeltir.

Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister.
Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez.
Fakat aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez,
nisanlisini arkadasina verir.

Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir...
(ben ona sikistiginda iyilik yapmistim diyerek) arkadasinin is yerine gider ve
kendisine çalismasi için is vermesini ister.Arkadasi ona is vermez.
Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadasina kizamaz.

Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler.Bizimki yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir ve
adamcagiza verir.Kisa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar
Yasli adam çok zengindir ve bütün mirasini kendisine birakmistir.

Saf adam artik zengindir. Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun is
yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya yerlesir.

Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar. Yasli kadin çok aç oldugunu,
kendisine yemek vermesini ister.Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur,Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina ; Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim sen evin islerini ve yemekleri yaparsin der.yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder. Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup evlenmesini söyler,
Bizimki böyle bir kizi nasil ulaşacagini, kendisinin tanidigi olmadigini söyler.
Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle görüstürebilecegini söyler.
Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri basilir.

Bizimkisi kirgin oldugu halde çok samimi dostunu yinede unutamamistir ...

Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan samimi arkadasina da davetiye gönderir
Dügün günü gelir çatar . Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir ve baslar yasadiklarini anlatmaya ;

"Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir gün isleri bozulunca benden borç para istedi.elimdeki bütün parayi verdim. Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden istedi.Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim.Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için kendisinden is istedim. Bana is vermedi.Çok üzüldüm, ama yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek dosttuk."

Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz mikrafonu eline alir ve baslar konusmaya;

"Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim bozuldugunda kendisinden para istedim, bütün parasini bana verdi. Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek nisanlisini da verdi . Nisanlisini istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi . (Hayat kadiniydi ) Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim.
Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi. Babam ölmek üzereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim. Evine gelen dilenci kadin benim annemdi Ona bakip iyi yasamasini saglamak için gönderdim. Su anda evlenmekte oldugu kisi de benim kiz kardesim.
Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim.

Herşey senin içindi...

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

256

Saturday, 2.11.2013, 14:58

Bugünün Tekrarı Yok

Genç adam annesi için çiçek alacaktı. 200 mil uzakta yaşadığı için kendisi yürümeyecekti malesef. Çiçekleri oraya giden bir araçla yollamayı planlıyordu.
Çiçekçinin önünde arabasından indi. Tam bu sırada kaldırıma oturmuş küçük bir kız takıldı gözüne. Nedense bu gözyaşlarının sebebini öğrenmek istedi.
“Annem için gül almak istiyorum ama param yetmiyor” dedi kız.
Adam gülümseyerek; “Gel hadi, dedi. Ben istediğin gülü alacağım sana.”
Satın aldığı gülü küçük kıza verdi. Ardından kendi güllerini sipariş etti ve annesinin adresini bıraktı.
Genç adam kızı annesine götürmek istediğini söyledi. Küçük kız bu duruma çok sevinmişti.
“Evet beni annemin yanına götürebilirsiniz.” diye atıldı.
Yolu tarif etti.
Ancak ulaştıkları yer bir mezarlıktı.
Küçük kız elindeki gülü, toprağı hala taze olan mezara bıraktı.
Tam bu anda ince bir sızı dokundu adamın kalbine.
Hemen çiçekçiye geri döndü ve siparişini iptal etti.
Satın aldığı bir buket çiçekle 200 mil ötedeki annesinin yanına sürdü arabasını.
Ve annesine gülümseyerek, sıkıca sarıldı. …..
BUGÜNÜN TEKRARI YOK…

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

257

Saturday, 2.11.2013, 14:59

Ronaldo’nun İki Yüzü

“2011 yılında, Dinamo Zagreb taraftarı, Real Madrid’in Portekizli yıldızı Cristiano Ronaldo’yu ıslıklar. Maç sonrası mikrofonlara, ıslıklanmasının sebebini “kendince” şöyle açıklar; “Beni ıslıklıyorlar çünkü güzelim, zenginim ve büyük bir futbolcuyum”
Uruguaylı alternatif rock grubu ‘El Cuarteto de Nos’, bu açıklama üzerine “Megaloman Ronaldo” adında bir şarkı yaparak, Portekizli yıldızı ‘ti’ye aldı.
-Kendi görünümümü seviyorum,
-Mükemmel bir adam görüyorum,
-Ben en büyüğüm
-Eski ve yıpranmış değilim,
-Tavsiye kabul ederim,
-Tek rakibim aynadır.
-Ay’a gitmek isterdim,
-Dünya’nın bensiz nasıl gözüktüğünü görmek için,
-Dünya’nın Güneş’i gibi, kendimi seviyorum,
-Narcissus gibi olduğum için, kendimi seviyorum,
-Bir kalp çiziyorum, kendimi seviyorum,
-Sadece “ben ve ben” diyen bir kalp,
-Kendimi seviyorum.
İşte tam bu noktada, futbol dünyası, hem çok sevilen bir o kadar da antipati toplayan Cristiano Ronaldo ile ilgili tüm fikirlerin alt üst olmasına neden olacak bir hikaye ile tanıştı.
Albert Fantrau ile Cristiano Ronaldo 18 yaş altı şampiyonasında oynamaktadırlar. Sporting Lisbon menajeri birbirinden yetenekli bu iki oyuncuyu izlemeye gelir. Ancak yalnızca 1 tanesine şans tanıyabilecektir. İkiliyi karşısına alır ve der ki “Sıradaki maçta kim daha fazla gol atarsa Lizbon’a benimle o gelecek.”
Maç başlar. Cristiano bir gol kaydeder. Hemen ardından Fantrau ikinci golü. Üçüncü gol ise her ikisinin de hayatını değiştirecektir. Kaleci ile karşı karşıya pozisyon yakalayan Fantrau, kaleciyi de geçer, yuvarlasa gol olacak pozisyonda topu hemen arkasındaki Cristiano’nun önüne bırakır. Lizbon biletini arkadaşına verir.
Maçtan sonra soyunma odasında, Cristiano Albert’e “neden” diye sorar. Cevap; “sen benden daha iyisin” olur…
Bu hikayeyi Cristiano Ronaldo’nun ağzından duyan gazeteciler gidip Albert Fantrau’yu bulurlar.
“Evet” der, “hikaye gerçek. O dünyanın en büyük futbolcusu oldu, ben ise işsizim”.
Muhteşem bir ev, spor bir araba ve ailesinin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak kadar parayı nerden bulmuştur peki? Fantrau’nun cevabı, Ronaldo’nun ikinci yüzünü gözler önüne serer,
“Bunların hepsi Cristiano Ronaldo’dan…”

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

258

Saturday, 2.11.2013, 15:01

Filizlenmeyen Tohum

Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Çinli bir hükümdar vardı. Vezirlerinden veya çocuklarından birisini veliaht seçmek yerine, farklı bir şey yapmaya karar verdi bu hükümdar.
Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi:
“Artık tahttan çekilmemin ve yerime yeni bir hükümdar seçmemin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birisini seçeceğim.” Gençler bu sözleri şaşkınlıkla dinliyorlardı.
Hükümdar devam etti:
“Bugün herbirinize bir tohum vereceğim. Tek bir tohum. Ama bu çok özel bir tohum. Hepinizin evlerinize dönüp o tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra tohumdan çıkan bitkiyle geri gelmenizi istiyorum. O zaman bana getireceğiniz bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükümdarı seçeceğim.”
Saraya çağrılanların arasında Ling isminde bir genç vardı, ve herkes gibi ona da bir tohum verildi. Ling, eve dönüp başından geçenleri heyecanla annesine anlattı. Annesi ona bir saksı ve biraz da toprak verdi. Ling, tohumu itinayla ekti, onu güneş ışığı görebileceği bir pencere kenarına koydu. Her gün saksıya su vererek bitkinin tohumun açıp açmadığını kontrol etti.
Üç hafta kadar sonra, Ling’in mahallesindeki gençlerden bazıları tohumlarının nasıl açtığını, bitkilerin nasıl büyümeye başladığını anlatmaya başladı. Ling bu sözleri duyduktan sonra her defasında eve gidip kendi tohumunu kontrol ediyordu. Gel gelelim, saksının içinde büyümüyor, hiçbir şey görünmüyordu. Haftalar birbirini kovaladı, ama değişen hiçbir şey olmadı.
Bu arada, Lingin arkadaşları ballandıra ballandıra saksılarındaki çiçeklerden bahsediyordu hep. Lingin ağzını ise bıçak açmıyordu, çünkü hakkında konuşacağı bir çiçeği yoktu. Elinde toprak dolu bir saksı vardı o kadar. Ve artık başarısız olduğuna inanmaya başlamıştı.
Aradan altı ay geçti. Lingin saksısında çiçekten eser yoktu hâlâ. Tohumunu çürüttüğüne kanaat getirmişti Ling. Başka herkesin kocaman çiçekleri, ya da ağaç fidanları olmuştu, ama onun koca bir saksısı, o kadar!
Nihayet bir yıl tamamlandı ve ülkenin gençleri yetiştirdikleri bitkileri karar vermesi için hükümdarın huzuruna getirdiler. Ling, annesine boş bir saksıyı hükümdara götüremeyeceğini söylediyse de, annesi saksıyı götürmesini ve dürüst davranmasını öğütledi. Lingin sıkıntıdan karnı bile ağrıdı, ama annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu. Böylece, o da boş saksıyı saraya götürdü.
Saraya ulaştığında diğer gençlerin getirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düştü. Hepsi de güzel renklerde, güzel biçimlerdeydi ve nefis kokular yayıyorlardı. Birbirlerine çiçeklerini nasıl böyle güzel yetiştirdiklerini ciddi ciddi anlatan diğer gençler, Lingin elindeki boş saksıyı görünce kahkahalarla güldüler. Birkaçı da onun durumuna üzüldü ve omzuna dokunup “Boş ver, elinden geleni yapmışsın!” dediler.
Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu sırada, Ling arkalara kaçıp gizlenmeye çalışıyordu. “Ne kadar da büyük ağaçlar ve çiçekler yetiştirmişsiniz öyle!” dedi hükümdar. “Bugün içinizden birisi yeni hükümdar olarak tayin edilecek.”
Birden, imparator elinde boş saksıyı tutan Lingi gördü. Hemen, muhafızlarına onu yanına getirmelerini emretti. Ling korkudan titremeye başladı. “Hükümdar başaramadığımı gördü, herhalde beni öldürtecek!” diye düşünüyordu.
İmparator, yanına getirilen Lingin ismini sordu, o da cevapladı. Diğer gençlerin hepsi gülmeye ve kendi aralarında Lingle alay etmeye başladılar. Hükümdar bir el hareketiyle hepsini susturdu. Lingi yanına aldı, sonra da kalabalığa ilan etti: “Yeni imparatorunuzu selamlayın! Adı Ling!” Ling kulaklarına inanamadı. Tohumundan tek bir filiz bile çıkmamışken nasıl imparator olabilirdi ki?
Hükümdar konuşmasına devam etti: “Bir yıl önce herbirinize bir tohum verdim, onu ekip sulamanızı istedim ve bir yıl sonra da bana getirmenizi istedim.
Ama sizlere verdiğim tohumların hepsi kaynatılmıştı ve dolayısıyla da filiz açmaları mümkün değildi.
Ling hariç hepiniz bana çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdiniz. Tohumunuzun büyümediğini görünce,
size verdiğim tohumun yerine başka bir tohum ektiniz. (Tohumu değiştirip başka tohum ektiniz)
İçinizden sadece Ling , kendisine verdiğim tohumun olduğu saksıyı bana getirme cesaretini ve dürüstlüğünü gösterebildi. Bu yüzden, yeni imparatorunuz o olacak.”

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

259

Saturday, 2.11.2013, 15:02

Hayat Satrancı

Genç bir adam kendi yöresinde çok tanınan bir bilgenin yanına gitti. Derdi biraz farklıydı. Genç yaşında hep başarı kazanmıştı. Babasından devraldığı küçük işi hızla büyütmüş, zengin olmuştu. Çevresindeki herkes ona saygı gösteriyordu.
Düşmanı yoktu. Evlilikleri başarılı olmuş, çok genç yaşlarda başlayarak birkaç kez baba olmuştu. Ve genç adamın derdi de buradan sonra başlıyordu. Bu kadar erken başarı, çok başarı, çok sayılmak yüzünden bütün çevresindeki . insanları “küçük” görmeye başlamıştı.
Genç adam için “önemli” hiçbir iş, hiçbir insan, hiçbir durum kalmamıştı. Hiçbir konuşmayı birkaç dakikadan fazla dinleyemiyor, okumaya başladığı herşeyi birkaç dakika içinde elinden bırakıyordu.
Bilge kişi genç adamı uzun . uzun dinledi. Genç adam anlattıkça anlattı.Sonra da bilge kişi sordu: “Yaparken zevk aldığın, her şeyden daha fazla ilgini çeken hiçbir şey yok mu?”
Genç adam bir süre düşündü ve cevap verdi: “Satranç…” dedi, “Ama satrancı da çok iyi oynadığım için rakip bulamıyorum.”
Bilge kişi “Güzel” dedi, “Burada bir öğrencim var, o da iyi satranç oynuyor.” Öğrencisini çağırdı, satranç masası kuruldu. Genç adam ve öğrenci karşılıklı oturdular. Bilge kişi aniden “Bir dakika” dedi, “Bu satranç karşılaşması biraz farklı olacak. Kaybeden, kafasını da kaybedecek. Kaybedenin kafasını ben kendi elimle, kendi hançerimle keseceğim. Tamam mı?” Öğrencisi “Tabii efendim” deyince genç adam da daha zayıf bir sesle “Tamam” dedi.
Oyun başladı. “Her şeyi en iyi yapan”, “Her şeyde en başarılı” genç adam boncuk boncuk terliyordu. Yaptığı her atak bilgenin öğrencisi tarafından ustaca savuşturuluyordu. Genç adam terlemeye devam ediyordu. Bir süre sonra savunmaları düşmeye başladı. Öğrenci usta hamlelerle genç adamı sıkıştırmıştı.
Genç adam bir an bilge kişiye baktı. Gözleri korku doluydu. Bilge kişi o an, bir el darbesiyle satranç masasını devirdi: “Tamam bitti! Hiç kimsenin kafası kesilmeyecek!” Genç adam önüne bakıyordu.
Bilge kişi konuştu: “İşte tekrar tutkuyu yaşadın… Dikkatini toplamayı öğrendin… Hiç kimseyi küçümsememen gerektiğini gördün… Her an ölümün yanında yaşadığın için her şeye değer vermen gerektiğini anladın…”
Sonra bilge ve öğrencisi yere saçılmış satranç taşlarını birlikte toplayıp kutusuna koydular.

  • "renksizgazete" bir erkek
  • Konuyu başlatan "renksizgazete"

Mesajlar: 12,464

Kayıt tarihi: May 4th 2012

Konum: istanbul

  • Özel mesaj gönder

260

Saturday, 2.11.2013, 15:03

Kaşıktaki Yağ


Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış.
Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.
Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış.
Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış.
Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.
Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.
“Ama, sizden bir ricada bulunacağım,” diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra . bilgenin huzuruna çıkmış.
“Güzel” demiş bilge, “Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.
“Öyleyse git, evrenin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş.
Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini tüm ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge.
Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
“Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek öğüt var.
Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan…